1. HABERLER

  2. DÜNYA

  3. ANALİZ / 2021'den 2022'ye Macron Fransa'sı
ANALİZ / 2021'den 2022'ye Macron Fransa'sı

ANALİZ / 2021'den 2022'ye Macron Fransa'sı

2021'de Fransa'da yaşanan gelişmeleri gazeteci Belkıs Kılıçkaya, Analiz Masası için değerlendirdi.

A+A-

Fransa’da tarihin en genç cumhurbaşkanı seçilen Emmanuel Macron, 7 Mayıs 2017 gecesi Louvre Sarayı’nın avlusunda Avrupa Marşı eşliğinde ağır adımlarla yürürken, bütün olan bitene rağmen ülkesindeki siyasi tablonun karanlığını örtmüştü. Beşinci Cumhuriyet’te ilk kez aynı anda klasik sağ ve sol partiler iflas etmiş, Macron’un yepyeni partisi ilk turda ancak ondalık farkıyla aşırı sağ partinin önüne geçebilmiş, ikinci turda ise aşırı sağ parti lideri Marine Le Pen rekor kırıp, -babasının iki katı oranında- yüzde 34 oy almıştı..

Popülist söylemlerin ve İslamofobinin hızla yükseldiği bir dönemde aşırı sağın tam da karşısında “Sömürgecilik Fransa tarihinin bir parçasıdır. Sömürgecilik insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Fransa özür dilemelidir" diyebilen, bu arada kendi deyimiyle “Laikçiliği” değil, liberal laikliği yani herkesin inanç ve ibadetinde özgürlüğünü savunabilen Macron, ekonomi, Avrupa ve dış politikaya ilişkin vaatleriyle bir “kurtarıcı” gibi algılanmıştı.

İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığının devlet politikasına dönüştüğü Fransa'da, bazı bakanlar İslamofobik düşünceleri besleyen pek çok beyanda bulundu.

Macron Fransa’yı kurtardı mı?

Kuşkusuz Fransa’da 2022’nin en önemli gündem maddesi cumhurbaşkanlığı ve meclis seçimleri. Kendisinden çok önce başlamış neo-liberal ekonomi politikalarını devam ettiren ve kısa sürede “zenginlerin ve en zenginlerin cumhurbaşkanı” namını kazanan Macron Fransa’sında yollara dökülen sarı yelekliler hadisesini bir kenara koyarsak, seçim yılı ve atmosferinde esasen 2021 yılındaki hadiseler belirleyici oldu.

Bu hadiselerin ilki ve en önemlisi Beşinci Cumhuriyet'in en ayrımcı, en İslamofobik yasalarının çıkartılmış olması, yani İslam karşıtlığının ve Müslüman düşmanlığının devlet politikasına dönüşmesiydi. Gündeme “Ayrılıkçı İslamcılıkla Mücadele” adı altında gelen, sonradan muhtevası korunsa da adı "Cumhuriyet Yasalarına Saygıyı Güçlendiren Prensipler"e dönüşen bir seri yasal değişiklik yapıldı Fransa’da. Beraberinde Müslümanları aşağılamayı ve nefes aldırmamayı hedeflemek konusunda eşsiz bir metin olan “İmamlar Şartı” çıktı ve Macron, haleflerinin devamı olarak da “Fransa İslamı” icat etme çalışmalarını sürdürdü.

Macron'un politikaları, milliyetçiliğin daha da güçlenmesine, NATO ve Avrupa karşıtlığının artmasına, demokrasinin zayıflamasına ve güvenlik politikalarının yükselişine de sebep oldu.

Bunların her biri ve hepsi toplumda bir kırılmaya işaret ediyordu ve tabii olarak İslamofobi devlet politikasına dönüşünce, seçim öncesi en çok konuşulan konu da ister istemez göçmenler, İslam ve Müslümanlar oldu. Bir iki istinası hariç cumhurbaşkanı adayları, siyasi meşreplerine göre “bu tehdit algısının” laiklik yahut cumhuriyetçilik yahut medeniyet üzerinden propagandasını yapıyor. İş o noktaya geldi ki İslamofobi konusunda Macron, geçen seçimlerdeki rakibi aşırı sağ parti lideri Marine Le Pen’e küme düşürdü. France 2 televizyon kanalındaki karşılıklı tartışma programında Macron’un İçişleri Bakanı Gerald Darmanin, Marine Le Pen'i İslam konusunda “fazla yumuşak” olmakla suçladı. Macron’un Milli Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer, Vatandaşlıktan Sorumlu Devlet Bakanı Marlene Schiappa yahut Yüksek Öğrenim Bakanı Frédérique Vidal bu konularda aşırı sağ fikirleri ve İslamofobik düşünceleri besleyen pek çok beyanda bulundu. Blanquer ve Vidal, Fransa’nın sömürgeci geçmişini, çıkış sürecini bilimsel metinlerde dahi sansürlemeyi öngören girişimlere öncülük etti.

Aşırı sağla yarışa girince neler olur?

Bütün bunlar sadece ülkedeki Müslümanların hayatını etkilemedi elbette. Merkezdeki partiler, aşırı sağ partilerle yarışa girdiklerinde kimseyi yatıştıramadıkları gibi suni olarak tedirgin edilmiş kitleleri daha da genişletip kıyıdaki köşedeki itiraz konuları dahil ne varsa hepsini birden az çok güçlendirirler. Nitekim ülkedeki Müslüman azınlığın hedeflendiği bu gündem ve yasalar, milliyetçiliğin daha da güçlenmesine, NATO ve Avrupa karşıtlığının artmasına, demokrasinin zayıflamasına ve güvenlik politikalarının yükselişine de sebep oldu, olmaya devam edecek. Aynı zamanda Fransa’nın Afrika’daki eski sömürge ülkeleriyle ilişkilerini hem de Arap dünyasıyla ilişkilerini etkiledi ve etkilemeye devam edecek.

Fransa, 13 yıl aradan sonra Avrupa Birliği üye ülkelerinin dönüşümlü olarak 6 ay boyunca yaptığı dönem başkanlığını 1 Ocak’ta Slovenya’dan devraldı. Dönem Başkanı sıfatıyla Cumhurbaşkanı Macron, seçimlerdeki başarısı için de iddialı bir vizyon sundu. Aralık ayında yaptığı konuşmada “AB içinde iş birliğine dayalı bir Avrupa'dan; dünyada güçlü, tamamen egemen, seçimlerinde özgür ve kendi kaderini kendi tayin edebilen bir Avrupa" hedeflediğini söyledi.

Macron, Merkel'den boşalan Avrupa liderliği koltuğuna talip oldu!

Angela Merkel’den boşalan Avrupa liderliği koltuğuna talip olan Macron, kendisini “Popülizme karşı demokrasinin bir savunucusu” olarak tanımladı. Macron; göç, savunma gücü, sosyal medyadaki nefret söylemi ve ekonomik toparlanma için bütçe açıklarının yeniden gözden geçirilmesi gibi mevzu edilmesi gereken ne varsa değindi. Ortak savunma kapasitesindeki ilerlemenin Avrupa Birliği'nin egemenliğini sağlamak için kritik önemde olduğu yönündeki düşüncelerini tekrarladı.

Bunların hangisini gerçekleştireceği tartışması bir tarafa, 31 Aralık’ta Champs Elysee’de Zafer Tankı’na Avrupa Birliği bayrağını astıran Macron, 2 gün sonra indirtmek zorunda kaldı. Üstelik tek başına AB bayrağının asılmış olmasına sadece aşırı sağ ve sağ partilerin liderleri değil, solda da bazı liderler tepki gösterdi.

Fransa’nın 2005’te kurucu ülke olarak Avrupa anayasası referandumunu reddettiği ve Macron’un adaylığı sırasında bizzat “Avrupa’da bazı reformlar yapılmadığı takdirde Fransa’nın da AB’den ayrılması anlamına gelen Frexit ile karşı karşıya kalabileceğini” söylediği ve ülkeyi felç eden sarı yelekli göstericilerin Brüksel politikalarını yerin dibine soktuğu hatırlanırsa, bugün Macron’un kapasitesi anlaşılabilir.

Birlik içinde 27 ülkenin dış politika çıkarlarının ve geleneklerinin farklılığı nedeniyle ortak dış politika dahi oluşturamamasına karşılık Avrupa Ordusu hayali, zaten gerçekçi görünmüyor. Üstelik sosyal devlet ilkesinin uzun süredir gelir dağılımı, eğitim, sağlık alanında erozyona uğradığı ve bu durumun Kovid-19 kriziyle daha da aleni olduğu bir ülkede, Macron’un önderliğinde bu yönde bir icraat yapılma ihtimali gerçekten çok tartışmalı. Halihazırda, Avrupa Birliği ve NATO üyesi 22 ülkenin, NATO’ya ABD’nin mali katkısına nispetle onunkinin yarısından daha az olduğu ve birlik içindeki en büyük finansör Birleşik Krallığı’n da geçen yıl ayrıldığı düşünülürse de zor. Öte yandan birlik içindeki ülkelerin tehdit algıları da birbirinden farklı ve bazıları ABD şemsiyesine herhangi bir alternatif istemiyor...

Washington, “Nato’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” beyanını unutmadı

Fransız siyasi arenasında aşırı sol, aşırı sağ ve sağda da bazı siyasi liderlerin “Nato’nun askeri kanadından çıkalım” beyanlarının daha da ivme kazanmasına yol açan önemli bir hadise de oldu 2021’de. Emmanuel Macron siyasi rakiplerine karşılık gerçekten de Transatlantik ilişkilere önem veren, bundan dolayı seçim propagandası sırasında “Finansçı, müesses nizamın adamı” gibi eleştirilere de maruz kalmış, haleflerinin tersine mükemmel İngilizcesi olan bir cumhurbaşkanıdır.

Trump dönemindeki hayal kırıklıklarını muhtemelen Angela Merkel ile paylaşmıştır ama geçen yıl Joe Biden döneminde Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’ın deyimiyle “ABD’nin Fransa’yı arkadan bıçaklamasını” sineye çekse de unutmayacaktır.

Geçen yıl 15 Eylül’de Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD’nin stratejik sözleşmesini duyduğunda Macron’un başından aşağı kaynar sular döküldüğü muhakkak. Avustralya, Fransa ile 2016’da imzaladığı 2030’a kadar sürecek olan Fransız Naval Group’tan 12 denizaltı alımına ilişkin sözleşmeyi iptal ederek, 2040’a kadar 8 Amerikan denizaltısı alımını öngören başka bir sözleşme imzalamıştı. Kimilerine göre başkanlar değişse de Washington, Macron’un “Nato’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” beyanını unutmamıştı!

Şarkıdaki gibi “Yine, yeni, yeniden” Türkiye

Fransa için anlaşmanın iptali 56 milyar avroluk kayıptan ibaret değil. Afrika Kıtası’nda Çin, Türkiye, ABD hatta Rusya lehine zemin kaybeden Fransa, böylece yeni konjonktürde Hindo-Pasifik stratejisinde de büyük bir darbe yedi. Washington yönetiminin sözleşmeyi AB’nin, AB-Hindo Pasifik bölgesel iş birliği stratejisini açıklamadan bir gün önce yapması da bazı yorumlara göre “Avrupa’nın Savunması” yönündeki girişimlere bir cevap niteliği de taşıyordu. Ayrıca Fransa’nın “arkadan bıçaklanmasına karşılık” Macron, Avrupa Birliği ülkelerinden beklediği desteği de görmedi. Libya, Doğu Akdeniz, Lübnan konusundaki gayretli çıkışlarından da netice alamayan Macron, çareyi alışılmadık biçimde ikide bir dış basına röportaj vermekte ve Türkiye’yi hedef alan sert açıklamalar yapmakta yahut Yunanistan’ı önüne koyup muhtelif politikalara girişmekte arıyor. Nitekim Macron'un AB Dönem Başkanı sıfatıyla Parisien gazetesine verdiği ilk röportajda, dış politikaya dair ilk sözü “Türkiye AB’ye giremez” oldu.

[Belkıs Kılıçkaya, Gazeteci] AA

Önceki ve Sonraki Haberler

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.