16 Aralık 2025
Altın 5881.72
BIST 11354.27
Dolar 42.7059
Euro 50.2326
Sterlin 57.2287
Ankara 4°C

Bardakoğlu ile 'özel röportaj'

Bardakoğlu ile 'özel röportaj'
Bardakoğlu, toplumsal barışa destek için çağrı yaptı!.

N. YURTERİ: Dinde reform olur mu? Dindarlık denilince ne anlamalıyız? Alevi açılımı ile ilgili tartışmalar, Ruhban Okulu ile ilgili tartışmalar, özellikle Avrupa'da minare yasakları, hoşgörüsüzlük, pek çok başlık var. İşte tüm bu konuları konuşacağız. Konuğumuz Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU, hoş geldiniz İstanbul'a..

A. BARDAKOĞLU: Hoş bulduk, sağ olun.

N. YURTERİ: Sayın Başkan, dinde reform meselesiyle başlayalım isterseniz. Zaman zaman gündeme gelir, çok da tartışılır. Dinde reform, dinde modernleşme, ismini ne koyarsanız koyun, aslında herkesin merak ettiği bir başlıktır bu. Kimilerine göre İslam'da reform şart, yorum anlamında günün koşullarına bir uyarlama gerekiyor, kimilerine göre ise böyle bir şey kesinlikle söz konusu olamaz. Buna bir açıklık getirebilir miyiz? Değişmez, değiştirilemez denilen din kuralları ile günümüzü, zamanımızı anlama, güncel koşullara uyma ne kadar mümkündür ve İslam modernleşmenin önünde bir engel midir? Bir insan hem modern bir birey, hem de dindar olabilir mi? Bu konudaki görüşleriniz nedir? Buyurun Efendim.

A. BARDAKOĞLU: Hem sizlere, hem bütün izleyenlerime selamlar, saygılar sunuyor, sağlık ve afiyetler diliyorum. Hemen şunu ifade edeyim. Din insan ve toplum hayatını iyileştirmek, dünya ve ahiret hayatını mutlu kılmak için gelmiştir. Din, biz şekillendirdikçe etkinliğini ve saygınlığını yitirir. Hatta şekillenmiş din adamı da saygınlığı giderek azalmış kişidir. Dolayısıyla dinde reform olmaz. Din aslında bize yön vermek, hayatımıza ışık tutmak ve rahmet getirmek için vardır. Tabi din bizim günlük hayatımızı en ince ayrıntısıyla belirlemiyor. Hangi araca bineceğimize, evimize, işimize hangi yoldan gideceğimize, yapacağımız binanın şekline karışmıyor. Din bize dünyanın, hayatın anlamını öğretiyor. Tek cümle ile ifade etmek gerekirse, din, bize yaratılışın, hayatın ve var oluşun nihai anlamını kavratır. Din geldiğimiz o ezel-ebed çizgisi ve gideceğimiz ahiret hayatının hakikatini idrak ettirir. Din, bu dünyada Allah'a inanmamızı, O'nu tanımamızı sağlayıp bize Allah'ın huzurunda olduğumuz bilincini kazandırarak hem kendimiz, hem de toplum ile barışık yaşamamızı temin eder.

Böyle olduğu için de din ile modern hayat ve din ile bilim arasında çelişki yoktur. Dinde reform olmaz, ama bizim din anlayışımızı, dini bilgimizi sürekli taze tutmamız gerekir. Bizim hem 21. yüzyılda yaşamamız, hem de bu modern yüzyılda yaşayan bireyler olarak din ile bağımızı canlı tutup, onun rahmetinden istifademizi azaltmamamız gerekiyor.

N. YURTERİ: Nasıl yapacağız bunu, yani dini çağın gereklerine göre anlama ve yorumlama konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı olarak çalışmalarınız var mı? Örneğin, yeni K.Kerim meali vb.

A. BARDAKOĞLU: Şöyle ifade edeyim: K.Kerim ve Peygamber Efendimizin sahih sünneti dinin iki ana kaynağıdır ve bunlar, dünyanın sonuna kadar hep var olacak ve bize ışık tutacaktır. Önemli olan bundan alacağımız ışığı sürekli olarak yaşadığımız çağda hayatımıza yansıtabilmek, dindarlığımızı taze ve diri tutmaktır. Onun için dinde reform, dinde yenileşme olmaz; ancak 21. yüzyılda yaşayan bir Müslüman olarak bizim dini bilgilerimizi, dini algılamamızı ve dindarlığımızı sürekli güncellememiz gerekir. Mesela bugün komşularımızla ilişkilerimiz nasıl olmalı, toplum hayatında nasıl yaşamalıyız? Dinimiz bize hem iyi bir dindar, hem iyi bir komşu, hem iyi bir aile bireyi, hem iyi bir vatandaş, hem iyi bir iş insanı olmamızın yolunu gösteriyor. Bizim de çalışma, üretme, temizlik vb. konularda doğal ve sosyal hayatın gerekleri ile dinin bizden istediklerini barış ve uyum içinde yaşatmamız gerekir.

N. YURTERİ: Yeterince yapılabiliyor mu bu uyumlaştırma? Sizin Diyanet olarak hadislerle ve K.Kerim'le ilgili bir çalışmanız vardı.

A. BARDAKOĞLU: İslam alimlerimiz her dönemde Kur'an'ı yeniden anlama, yorumlama gayreti içinde olmuşlar ve her dönemde pek çok tefsir kitabı yazılmıştır. Tarihi süreç içinde Peygamberimizin hadislerini anlama gayreti de hiç eksik olmamıştır. Örneğin Gazali hicri 5. yüzyılda dini ilimlerde yenilenme, dirilme, diriliş adı altında İhyâ-u Ulumiddin isimli bir kitap yazmış. Yazılan her tefsir ve hadis kitabı Kur'an ve sünneti yeniden anlama, içinde bulunduğumuz dünyanın şartlarına göre iyi Müslüman olma çabasıdır. Başkanlık olarak biz de her dönemde yeni yayınlar yapma gayreti içindeyiz.

N. YURTERİ: Ne zaman sonuçlanacak yeni hadis çalışması..

A. BARDAKOĞLU: Bu yıl sonunda bitirmeyi planlıyoruz. Çalışma sonunda çıkacak olan 5-6 ciltlik bu eser Kur'an ve hadisler ışığında iyi Müslüman nasıl olabiliriz, Peygamberimizin hadislerini nasıl anlamalıyız? sorularına cevap olacak.

N. YURTERİ: Peki dindarlık deyince ne anlamalıyız?

A. BARDAKOĞLU: Günümüz dünyasının en ciddi talihsizliklerinden birisi, dinin güvenlik penceresinden algılanmaya başlanmasıdır. Bugün Batı toplumlarının hatta İslam toplumlarının da din konusunda en büyük sorunu budur. Dini güvenlik penceresinden algılamak demek, yağan yağmuru sürekli sel olacak diye istememek ve kuraklık duası yapmak demektir. Halbuki akıllıysak, çok yağan o yağmuru barajlarda toplarız ve bu bütün coğrafyamız için bereket kaynağı olur. Din aslında bir rahmettir, berekettir. Batı toplumlarının da, bizim toplumumuzun da dini güvenlik penceresinden ve güvenlik sorunu olarak ele alması dine mesafemizi artırdı. Din ötekinin gerçeği değil, bizim hepimizin gerçeğimizdir. Türkiye'de bazı aydınlarımız da dini hep ötekinin sorunu, ötekinin gerçekliği olarak düşünürler ve böylece din ile aralarına mesafe koyarlar.

N. YURTERİ: Nedir Dindarlık?

A. BARDAKOĞLU: Bazılarımızın dindarlık deyince, çoğu kez hep bir başkasının sakalı, cübbesi veya hayat tarzı üzerinden dini algıladığını ve dine ve dindarlara mesafe koyduğunu görüyoruz. Bu doğru bir bakış açısı değildir. Bu konuda Kur'an-ı Kerim'den bir ayeti hatırlatayım, Peygamberimizin bizzat kendisine hitap eden bir ayet: 'Sen de ölümlüsün, ama diğerleri dünyada kalacak değil ki.' Hepimiz din gerçeği ile karşı karşıyayız ve din hepimizin ortak paydasıdır, ortak gerçekliğidir. Dindarlık, içinde yaşadığımız çağı fark ederek, dinin ana kaynaklarını ve sahih bilgisini doğru anlayarak yüce yaratan ve toplumla barış içinde olmak demektir. Dolayısıyla dindarlıkta değerler eğitimi, doğru bilgi ve özgürlükler önemlidir. Bu üç ayak üzerinde kendi dindarlığımızı doğru bilgiyle, ama zamanında doğru eğitim alarak ve insanlara da özgürlük alanları bırakarak inşa etmek zorundayız.

N. YURTERİ: Peki sizce Türkiye'de toplum dindarlaşıyor mu? Laikleşiyor mu?

A. BARDAKOĞLU: Aslında bir başka talihsizlik de İslam dinini ve Müslümanlığı laiklikle ilişkili olarak ele almaktır. Bu durum hem dini hem de laikliği anlamamızı zorlaştırıyor. Müslümanlığı, laiklikle denklem içinde, hatta bir ikilem olarak ele almak veya insanları ya Müslümanlık ya laiklik şeklinde bir ayrım noktasına getirmek hem dinle olan ilişkimizi zedeliyor, hem de laikliği anlamamızı zorlaştırıyor. Türkiye olarak biz önemli bir ülkeyiz. Uzakdoğu'dan, Avrupa'dan ve yakın ülkelerden gelenlerin ortaklaşa ifade ettiği bir konu bu.

Biz ülke olarak Müslümanlık ile laikliği, modern hayatı, demokrasiyi uzlaştırmayı başardık. Biz demokrasi ile dindarlığı, Müslümanlığı karşı karşıya getirmedik. Modern hayatla Müslümanlığı çatıştırmadık. Çünkü biz, üçüncü, beşinci yüzyılda yaşamıyoruz, bu çağda yaşıyoruz ve bu çağda Müslüman olmak da bizim elimizdedir. Bu çağda Müslüman olmak için eskilere gitmemiz gerekmez, yeter ki dinin alanını dine, bilimin alanını bilime bırakalım ve hepsini barış içinde yaşatmayı başaralım. Dolayısıyla herkes kendi işini doğru yapsın. Din hepimizin işidir, sadece din görevlilerinin işi değildir. Din görevlilerinin yapması gereken dinin doğru bilgisini doğru şekilde insanlara aktarmaktır. Sanki din bu din görevlilerine ve Diyanet'e gelmiş ve Diyanet sürekli bunun tanıtımını yapacak, böyle bir şey yoktur. Din hepimize gelmiştir, Kur'an hepimizin kitabıdır, Peygamber hepimizin Peygamberidir. Hepimizin hayatı geçici bir hayattır, gölge bir hayattır, aldatıcı bir hayattır, sonlu bir hayattır ve hepimiz hiçbir ayrım olmaksızın - insan tasavvuruyla - en yukarıdakinden en tabandakine kadar yaşadığımız hayatın hesabını vermek üzere Allah'ın huzuruna çıkacağız. Ve böyle olunca da bu din, Diyanet'in ve din görevlilerinin dini değildir. Hepimizin dinidir. Bizim görevimiz din mensupları ve din bilginleri olarak insanlara doğru dini bilgiyi aktarmaktır.
N. YURTERİ: Oraya da geleceğim ama hemen demokratikleşme süreci ile ilgili size bazı sorular yöneltmek istiyorum. Son dönemde bir hoşgörüsüzlük ortamı olduğunu düşünüyoruz açıkçası, yani haberleri izlediğinizde de bunları çok açık olarak görebiliyorsunuz. İşte Güneydoğu'da yaşanan bazı olaylar, sokak eylemleri, yani siz bu hoşgörüsüzlüğün nedenini neye bağlıyorsunuz? Kürt sorunun çözümünde din faktörünü nereye oturtuyorsunuz? Siz de din ayrışmayı önler, bağları güçlendirir noktasında mısınız? Buna ilişkin görüşlerinizi alalım lütfen.

A. BARDAKOĞLU: Biraz önceki sorunuza tam cevap veremedim. Dilerseniz bir cümle ile onu tamamlayayım, daha sonra bu sorunuzu cevaplandırayım. Türkiye'de dindarlaşma artmıyor. Belli tezahürler, belli görünümler artsa veya daha görünür, daha göz önünde olsa bile Türkiye'de dindarlaşma artmıyor. Çünkü iş hayatı, modern hayat, zenginleşme, modernleşme veya iş-aş derdinde olmak dini hayatımızı ciddi ölçüde sarsıyor.

Hoşgörüsüzlük ile ilgili diğer konuya kendi açımdan cevap vereyim. Din hepimizi birbirimize bağlayan önemli bağlardan birisidir. “Din tek ve yegâne bağdır”, “din hayatımızın yegane gerçeğidir” demiyorum. Ama din hepimizin göz önüne alması gereken önemli bir olgudur, önemli bir gerçekliktir. Siyasetçinin de devlet adamının da toplumun önünde olan herkesin bunu düşünmesi, göz önüne alması gerekir. Bunu göz önüne almak için dindar olmak da gerekmez.

Bir devlet adamının, toplumun önünde olan kişinin, toplumdaki din bağının ve dinin o rahmetinin, sevgisinin neler kazandıracağını fark etmesi için dindar olması gerekmez. Rasyonel düşünmesi yeter. Asırlardır bu din, Kürt, Türk, Laz, Çerkez ayrımı yapmaksızın, Hanefi, Maliki, Şafii, Alevi, Sünni, Bektaşi gibi mezhep, meşrep ve görüş ayrımı yaptırmaksızın bizi birbirimize bağladı, birbirimize kenetledi. Birlikte ağladık ve birlikte güldük. Böyle olunca da din bağı aslında toplumsal birlik beraberlik açısından hiç göz ardı edemeyeceğimiz, mutlaka yararlanmamız gereken, üzerine vurgu yapmamız gereken önemli bir ortak paydamızdır. Bana göre her akıllı kimsenin bu gerçekliği görmesi ve bunu elde büyük bir nimet sayıp, büyük bir imkan olarak görüp buna göre adım atmasında fayda vardır. Hatta o din bağı, İslam dininin bize verdiği insan sevgisi, kainat sevgisi, varlık anlayışı, yabancı diğer din mensupları ile de barış içinde yaşamamızı sağladı. Biz İstanbul'da asırlardır diğer din mensupları ile barış içinde yaşadık. Allah bu dünyada bizlere özgürlük vermiş, irade vermiş, doğru bilgiyi göndermiş. Kur'an'ı, peygamberi ve doğru bilgiyi bize gönderdikten sonra bizi kendi irademizle baş başa bırakmış. Demiş ki: “Artık hakikati de size gönderdim, isteyen istediğini yapsın, yeter ki yaşadığı hayatın hesabını bana vereceğini unutmasın.”

N. YURTERİ: Kürtçe Kur'an basılacak mı?

A. BARDAKOĞLU: Başkanlık olarak şu anda henüz böyle bir projemiz yok. Ama ben ülkemizde birliğin, beraberliğin, kardeşliğin olmasını en çok isteyenlerden biriyim. Herkes gibi ben de istiyorum. Yani artık insanlar bölgeleri, kültürleri, giyim-kuşamları, dindarlık dereceleri sebebiyle bir ayrıma, bir ötekileştirmeye maruz kalmasın. Bırakalım herkesi olduğu gibi kabul edelim, kimseye kendimize göre şekil vermeyelim. Daha önce de ifade ettiğim gibi, biz dine şekil verdikçe din saygınlığını, etkisini yitirir. Şekillenmiş din görevlisi saygınlığı olmayan din görevlisidir. Yani bırakalım din görevlisi dine göre hareket etsin.

N. YURTERİ: Ben Ruhban Okulu konusuna gelmek istiyorum. Ruhban Okulu ile ilgili tartışmalar son dönemde iyiden iyiye arttı biliyorsunuz. Bartholemeos'un bir açıklaması vardı. Zaman zaman kendimizi Türkiye'de çarmıha gerilmiş gibi hissediyoruz, şeklinde ifade edilebilecek sözler. Sizin de aslında kendisiyle ve diğer cemaat liderleriyle yakın diyaloglarınız var. Azınlıkların ibadetlerini, inançlarını yeterince özgür bir şekilde yerine getirebildiğini düşünebiliyor musunuz? Ve Ruhban Okulu açılmalı mı sizce, bu konudaki görüşünüz nedir?

A. BARDAKOĞLU: Bu konuda etik davranmak ve ilkeli olmak zorundayız. Bir Müslüman olarak ve Diyanet İşleri Başkanı olarak herkesin din özgürlüğünü destekliyorum ve istiyorum ki, herkes özgürlük içerisinde ibadetlerini yapsın, dinine göre hareket etsin, din adamını yetiştirsin. Bu ruhban okulunu İstanbul'da açan biziz, bu okulu bizim ecdadımız açtı. Ben bu konuların özgürlük içinde çözüleceği kanaatindeyim. Ancak özgürlükler tek başına yetmez, bununla birlikte değerler eğitimi, doğru bilgi gerekir. Yani, sadece olayları özgürlük ile ele alırsak konulara bütün yönleriyle vâkıf olamayabiliriz. Ben ülkemizdeki diğer dini azınlıkların da hep özgürlük içinde olmasından yanayım.

Mesela Tarsus'ta Saint Paul Kilisesi vardır ve bu kilise Hıristiyanlığın en eski, en kadim kiliselerinden biridir. Bu kilise müzeye dönüştürüldü. Geçenlerde tekrar açıklama yaptım, biz elbette buranın kilise olarak devam etmesinden yanayız. Bırakalım kiliseler kilise olarak, camiler cami olarak kalsın. İnsanlar özgürce dinlerini veya kendi dinsizliklerini ifade edebilsinler. Bir başkasını anlayışla karşılamak demek onu onaylamak anlamına gelmez. Ateist de ateist olarak bu toplumda özgürce yaşasın. Ama bu ateizmi onayladığımız anlamına gelmez, ama Müslümanlar için de aynı özgürlükleri talep etmemiz gerekir.

Bugün Batı Trakya'da, Balkanlar'da, Batı dünyasında, Avrupa'da Müslümanların da din özgürlüklerini savunmamız, korumamız gerekir. Ama bir diğeri Müslümanlara özgürlük vermiyor diyerek kendi coğrafyamızda başkasının özgürlüğünü kısamayız.

N.YURTERİ: O halde siz Ruhban Okulu açılmalı diyorsunuz?

A. BARDAKOĞLU: Bu konuları görüşerek, özgürlük içerisinde, din özgürlüğünü genişleterek çözebiliriz, çözmemiz gerekir.

N. YURTERİ: Azınlıkların inanç ve ibadet özgürlükleri konusundaki fikriniz? Var mı bir sorun?

A. BARDAKOĞLU: Ciddi sorunlar olduğunu düşünmüyorum. Ama sorunları varsa konuşarak bunları aşmak zorundayız. Yani Türkiye'de bizim yüz akı bir tarihimiz var. Özgürlükler ve hoşgörü açısından dünyaya ders verebilecek bir tarihe sahibiz. Böyle olunca da bu tarihi çizgimizi, bu geleneğimizi korumalıyız ki ülkemizde herkes kendi dinini, kendi inancını, kendi mezhebini, kendi düşüncesini özgürce yaşayabilsin. Müslümanlar da, az inananlar da, çok inananlar da bu ülkede özgürce yaşasın. Çok dindar dindarlığını, az dindar da az dindarlığını yaşasın.

N. YURTERİ: Efendim geçmişte karikatür krizi vardı biliyorsunuz? Son dönemde Avrupa'nın pek çok ülkesinde minare referandumu, nedir bu hoşgörüsüzlük, nedir bu kaygıların nedeni?

A. BARDAKOĞLU: Bu kaygılarda ben Avrupa'daki Müslümanların birinci derecede sorumlu olduğunu düşünmüyorum. Bir defa biz öz eleştiri yapmasını bilen bir toplumuz. Bizim Müslümanlığı anlatmada, kendi hayat tarzımızda belli eksilerimiz olabilir. Avrupa'daki insanları kaygıya düşürecek bazı olumsuz örneklerimiz olabilir. Ama Avrupa'daki İslamifobianın asıl kaynağı Avrupa'nın kendi monolitik yapısıdır. Avrupa farklı kültürlerle, farklı inançlarla bir arada yaşamaya fazla alışkın değil. Bu yüzyılda bu durumla yeni yeni karşılaştı. Avrupa diğer kültürleri, Müslümanları, ötekini hep dışarıda Hindistan'da, Uzakdoğu'da bir olgu olarak görüyordu.

Ben bu gidişattan kaygılıyım. Çünkü Avrupa'da İslam'a ve Müslümanlara yönelik ciddi kaygılar üreten merkezler çoğaldı. Müslümanlığı ve İslam'ı bir din olarak değil, sadece güvenlik penceresinden yani mutlaka bastırılması, söndürülmesi gereken bir yangın olarak, bir tehlike kaynağı, bir risk alanı olarak gören bakışlar arttı. Bugün sadece İsviçre'de değil, Avrupa'nın birçok kentinde minare referandumu yapılsa benzer sonuçlar çıkabilir. Size ilginç bir şey söyleyeyim: İsviçre'de yapılan minare referandumunda, minareye 'hayır' diyenlerin büyük çoğunluğu aralarında hiçbir Müslüman'ın yaşamadığı bölgeler. Müslümanların bulunduğu bölgelerde 'hayır' diyenlerin sesi daha az. Ama hiç Müslümanın olmadığı bölgelerde % 80 lere varan hayır oyu çıktı. Demek ki bu bir tecrübeden kaynaklanmıyor. Yani Müslümanlarla bir arada olup da onlardan edindiği olumsuz bir tecrübe değil sebep. Sebep Batı'da medyanın, belli kuruluşların sürekli Müslümanlar ve İslam hakkında genel bir kaygı beslemesidir.

Bunu bir de şunun için yapıyorlar, bu da tehlikeli. Hıristiyanlık kimliği Avrupa'da zayıfladı. Kiliselerin içi boşaldı, Hıristiyanlığın içi boşaldı ve artık Hıristiyanlık, çağdaş Hıristiyan gençliğini tutamaz, besleyemez oldu. Daha önce söylediğim gibi dini ne kadar reforme edersek o kadar anlamını ve etkisini yitirir. Din din olarak kalmalı ve biz yapabildiğimiz ve anlayabildiğimiz kadarıyla dine kucak ve gönül açmalıyız. Avrupa bu sarsıntıları geçirdiği için Hıristiyanlık etrafında toplanmayı Müslümanlıkla zıtlaşarak sağlamak istiyor. Bu çok yanlış bir yol, yani kendi bilincimizi, kendi kimliğimizi ötekine bakarak oluşturamayız. İslamifobia çabaları, “Müslümanlar geliyor, Müslümanlık gelişiyor, aman dikkat edin ve Hıristiyanlığa dönün” anlamını da içeriyor.

N. YURTERİ: Efendim aslında size sormak istediğim pek çok soru var, kısa kısa yanıtlar verirseniz sevineceğim, çünkü süremiz oldukça daraldı. Din adına cübbe giyen, çember sakal bırakan herkes, din adına konuşmaya yetkili midir? Din adamı imajında sorun yok mu Türkiye'de?

A. BARDAKOĞLU: Aslında hepimizin sosyalleşmeye ve hoşgörüye ihtiyacı var. Tabi ki, dinimizde din adamı ve ruhban sınıfı yoktur. Dolayısıyla biz din adamı tabirini pek kullanmıyoruz, bunun yerine din görevlisi demeyi daha doğru buluyoruz. İslam'da Allah adına, din adına konuşacak yetkili merci yoktur. Dinimiz sivil bir dindir ve Allah Kur'anı ve dini her bireyi aynı derecede muhatap alarak göndermiştir. Bizim görevimiz dinin doğru bilgisini, Kur'an'ın ve Peygamber Efendimizin sünnetinin doğru bilgisini insanlara en iyi şekliyle, en doğru şekliyle aktarmaktır.

N. YURTERİ: Böyle bir sorun olduğunu siz de kabul ediyor musunuz?

A. BARDAKOĞLU: Sorun var, ama sorunun kaynağı sadece biz değiliz, onu söyleyeyim. Bu ülkede din adamı imajı iki yüz yıldır olumsuz olarak çizildi. Son 3-5 yılda biraz daha düzelmeler var. Ama, isim vermeyim romanlara, filmlere bakınız, bir çok görsel malzemeye, iletişim araçlarına bakınız, çok olumsuz bir din adamı imajı çiziliyor. Bunda gerçekte olumsuz örneklerimizin varlığı gerekçe olabilir mi? Ama olumsuz örneği olan tek kurum sadece biz değiliz ki! Öğretmenimizin, polisimizin, subayımızın, memurumuzun, işçimizin, çiftçimizin, sanayicimizin, işadamımızın ve entelektüelimizin de birçok olumsuz örnekler sergileyebildiğini görmek mümkündür. Ama bunlardan hareketle hiçbir gruba karşı bir önyargı besleyemeyiz, topyekün veya genel bir ithamda bulunamayız. Din hepimizin dinidir. Biz kusurlarımızın farkındayız, bu anlamda sürekli öz eleştiri yapıyoruz. Sizin o çember sakallı, cübbeli dediğiniz insanlara bakarak ve dini onlarda görerek dine mesafe koyarsak bize yazık olur. Yani kendimize yazık etmek istemiyorsak, din hepimizin ayrı ayrı gerçekliğidir diyerek, bu dine hepimiz sahip çıkmalıyız. Yani dini din görevlisinin omzunda bırakıp da dini bu temsil ediyor, ben artık dünyayı temsil ediyorum; ahiret onun olsun, dünya benim olsun şeklinde bir ayrıma gidersek bize yazık olur.

N. YURTERİ: Peki, çok kısa yanıtlarla rica edeceğim, iki sorum daha var. Bir tanesi Kürt açılımından bahsettik, dinin birleştirici faktöründen bahsettik, demokratik açılım kapsamında, sizi izleyen kişiler vardır. Belki Kandil'de de vardır, Mahmur'da da vardır. Yani terörle mücadele kapsamında onlara vereceğiniz bir mesaj var mı bu anlamda?

A. BARDAKOĞLU: Din bize Allah'ı tanımayı, Peygamberi sevmeyi ve bütün kainata bir emanet gözüyle, bir sorumluluk bilinciyle bakmayı emrediyor. Bu bakımdan din sadece şehirde oturan için değil, her yerdeki insan için lazım. Ben inanıyorum ki, Müslümanlığı doğru anladıkça, Allah sevgisini, Peygamber sevgisini yüreğimize yerleştirdikçe toplumda birlik beraberlik artacak ve birbirimize kalkan eller yere inecektir. Doğu ve Güneydoğu'da Kur'an kurslarımız bu itibarla çok önemli bir fonksiyon icra ediyor. K.Kurslarımızda çocuklarımız, kızlarımız öncelikle Allah'ı-Peygamberi sevmeyi, saymayı; anne-babayı sevmeyi, saymayı, birbirimize insan olarak değer vermeyi öğreniyorlar. Bu bakımdan ben, doğru din eğitiminin aramızda oluşabilecek nefret duygularını ortadan kaldıracağını, buzları eriteceğini ve birbirimize sevgi ve saygı ile bakmaya yol açacağını düşünüyorum. Allah katında en büyük günahlar masum insanların kanını dökmek, günahsız bir insana iftira etmek ve kul hakkı ihlalidir. O bakımdan ben dini anlamanın ve dindarlaşmanın önce herkesin kendi hayatına, daha sonra toplum hayatına bir umumi barış ve hoşgörü ortamı getireceğini düşünüyorum ve buna bütün samimiyetimle inanıyorum.

N. YURTERİ: Son olarak size Alevi açılımını soracağım, Alevi açılımında belli bir yol kat edildi biliyorsunuz? Zorunlu din dersi kaldırılsın, Aleviler Diyanet'te temsil edilsin, Cemevleri ibadethane sayılsın şeklinde talepler, beklentiler var. Bunlara biraz mesafeli yaklaşıyordunuz, o görüşleriniz değişti mi?

A. BARDAKOĞLU: Bir defa, “açılım” kelimesi bir başkasını yanımıza alma anlamında algılanıyorsa, ötekileştirme anlamı içeriyor. Hâlbuki açılım, birlikte sahip olduğumuz imkânların, hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi anlamında algılanmalıdır. Çünkü biz hep bir aradayız. Biz ayrımız, gayrımız olmayan insanlarız. Hazreti Ali bizim din ulumuzdur, Ehli Beyt sevgisi bizim ortak değerimizdir, ortak sevgimizdir. Böyle olunca öteki diye bir kavramı bir defa sözlüklerden silmek zorundayız.

N. YURTERİ: Destekliyor musunuz açılım sürecini? Çünkü Alevi toplumun da bir kırgınlığı var gelinen süreçte.

A. BARDAKOĞLU: Sonuna kadar, bakınız hangi yönde olursa olsun, kime yönelik olursa olsun insanları birleştiren, buluşturan, kardeşlik bağlarını güçlendiren her adım hayırlı bir adımdır. İster farklı inanç mensuplarına olsun, ister kendi içimizdeki farklı gruplaşmalara olsun. Ama bu açılım dediğimiz adım atmayı sadece bir yönde değil, her yönde yapmalıyız. Kendi insanımızı bir defa bağrımıza basmalıyız, kendi insanımızı kılığı, kıyafeti, inanışı, yaşayışı, hayat tarzı, kültürü, eğitimi sebebiyle dışlamaksızın, insanı insan olarak sevmeye başlamalıyız. Onun için de Alevi, Sünni, Bektaşi, Caferi ayrımı yapmaksızın bu coğrafyada yaşayan, bu yerkürede yaşayan herkesi sevmek boynumuzun borcudur.

N. YURTERİ: Peki Efendim çok çok teşekkür ederiz verdiğiniz bilgiler için, görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için. Evet, konuğumuz Diyanet İşleri Başkanı Sayın Ali Bardakoğlu idi. Ruhban okulundan, Alevi açılımına, Avrupa'daki minare yasağından pek çok başlığa kadar önemli açıklamalarda bulundu, yeniden görüşünceye kadar hoşça kalın efendim(Kaynak: NTV)

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler
Bunlar da İlginizi Çekebilir