Öcalan’ın, kendisi dışında kimsenin silahları bıraktıramayacağını belirterek, “Bunu herkes görüyor, herkes söylüyor, devlet de söylüyor, ‘bir tek sen silahları bıraktırabilirsin’ diyor. Burada görüştüğümüz devlet yetkilileri, bilinçli, deneyimlidirler, onlar da bunu söylüyor. ‘Ancak sen bunu yapabilirsin’ diyorlar. Herkes ‘ancak sen yapabilirsin diyor’. Ben de bu rolden kaçamam. Gereği neyse yapmak istiyorum. Bunun için çok açık Sayın Başbakana buradan sesleniyorum. Bana rolümü oynamam için gerekli pratik araçların sunulması gerekir” dediği belirtildi.
İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan’ın, Silvan olayına dikkat çekerek “Yarın bunun on katı gelişebilir. Bir günde çok fazla kayıplar da yaşanabilir. Eskisi gibi sadece kırsalda da olmayabilir, şehirlerde de olabilir. Halk bir günde toplanıp Paris'te nasıl Bastil zindanına yürüdülerse Diyarbakır'da da işte o tutukluların olduğu yere yürürse ne yapacaksınız? Bütün bunlar olabilir. Öfke birikmesi var” dediği bildirildi. Öcalan avukatlarıyla görüşmesinde Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarına tepki gösterdiği, “Silahları bıraktırma irademiz var. Açık ve net söylüyorum. Benim dışımda kimse silahları bıraktıramaz” dediği kaydedildi.
ANF’de yer alan habere göre, Abdullah Öcalan’ın 18 Temmuz pazartesi günü yaptığı görüşme sırasında Demokratik Özerklik ilanı, Silvan çatışması, Çatı Partisi ve İmralı’da heyetle yaptığı görüşmelere ilişkin açıklamalarda bulunduğu öğrenildi. Öcalan’ın açıklamaları olduğu belirtilen ifadelerden bazı bölümler şöyle:
"-Önemli olan demokratik özerkliğin içini doldurmaktır, pratik uygulamasını yapmaktır. İlandan ziyade pratikleşmesi önemlidir. Pratikleşmedikten sonra ilan çok da anlamlı değil. Artık pratikleştirme yönünde çalışmalarını yoğunlaştırabilirler.
-BDP'nin şiddetle hiçbir ilişkisi yoktur. Zaten BDP'nin PKK'yi, KCK'yi temsil gücü de, durumu da yoktur. Temsilcisi de değildir. Aralarında öyle bir siyasi temsiliyet ilişkisi yoktur. Bunu açıkça söylemeliler.
-Azeriler, Terekemeler, Araplar DTK'da yer alabilirler. Ama asıl önemli olan Demokratik Blok Çalışmalarıdır.
-CHP'den bir şey çıkmayacağı anlaşılmıştır. Baykal'ın CHP'si ise onbeş yıl bunu engelledi. Anlaşılıyor ki CHP ulus-devletçi milliyetçiliği aşamayacak. AKP dar ve muhafazakardır. Muhafazakar zihniyet de bu köklü sorunları çözemez. MHP zaten demokratik çözüme kökten karşıdır.
-Son savunmamda demokratik ulus konusunu detaylı işledim. Hepsi orada var. Savunma, herhalde kısa sürede kitaplaştırılır ve ilgili herkese ulaştırılabilir.
-Türkiye'yi 20-25 bölgeye ayırmalıdırlar. Sayı çok önemli değil. Birbirine kültürel, sosyal, ekonomik ve diğer özellikleriyle benzer olan dört-beş il bir araya gelir, bu özellikleri etrafında bir bölge olur. Bu öyle tesadüfen söylenmiş bir şey değildir. Her bölgenin yerel-özgün bir kültürü vardır. Örneğin İstanbul bir bölge olur, Trakya bir bölge olur. Ege, kuzey, güney ve iç Ege diye üçe ayrılabilir. Akdeniz birkaç bölgeye - Örneğin Antalya özgün bir kültürdür, tek bir bölge olabilir-, İç Anadolu birkaç bölgeye ayrılabilir. Konya bir bölge olur. Kayseri merkezli birkaç il bir bölge olabilir. Böyle coğrafik, ekonomik ve sosyal özellikleri olan bir bölgelendirme daha uygundur. İşte Karadeniz üç bölgeye ayrılır. Doğu, güneydoğu birkaç bölge olur. 6-7 bölge olabilir. Örneğin Botan bir bölge olur. Türkiye'yi yedi coğrafi bölgeye bölmek gerçekliğe uymuyor, yeterli de değildir. Çok zengin bir kültürdür, öyle 80 il demek denk düşmüyor.
-Bu 25 civarındaki bölgelerden de yerel konferanslar yapılarak Kongre'ye 400 delege gelir. 100 delege de sivil toplum kuruluşlarına, akademi, akil adamlara, aydınlara ayrılabilir. Toplamda 500 delege olur. Daha önce de Kongre'ye ilişkin 500, 100 ve 25 formülünü söylemiştim. Başkanları eş başkanlık şeklinde olur. 25 kişilik gölge kabinesi olur. Bu gölge kabineyi çok önemsiyorum. En geç Ekim ayına kadar tamamlanması gereken bir süreçtir. Meclis'te -TBMM- de oluşturulur. Ekim'e kadar bitirilmesi önemlidir. Çünkü Ekim'de Meclis açılacak, anayasa çalışmaları olacak. Bu şekilde anayasa çalışmalarına da katılırlar.
-İşte Meclis'te AKP-CHP-MHP faşist bir ittifak kurup, bildiri yayınladılar. Bu ittifaka karşı hemen bir bildiri hazırlayıp parlamentoda ilan edebilirler. Bu ittifaka karşı herkesi demokratik çatı altında alternatif ittifaka davet ederler.
-Asuri-Süryaniler de demokratik özerklik sistemine dâhil olmuştur. Onları çok önemsiyoruz. Son olarak bir vekilleri de oldu. Demokratik çözüm sürecinde onlar da yerlerini almalıdırlar. Onların değerlerini biliyor, yaşadıkları felaketlerdeki acı ve ölümleri saygıyla anıyorum. Tarihsel ve zengin bir kültürdürler. Özgürlük bugün herkes kadar Süryaniler için de gereklidir. Ekmek ve su kadar ihtiyaçtır. Sadece onlar değil; Ermenilerin, hatta demokratik Hellen kültürünün yerini bulması demokratik özerklik sistemiyle mümkündür. Ermeniler de Demokratik Ulus Kongresinde yerlerini alabilirler. Bu temelde kendilerini saygıyla selamlıyor, çalışmalarında başarılar diliyorum.
-Son günlerde yaşanan bu çatışma için şunları ifade etmek istiyorum. Şu anda mevcut durumda ortamı sakinleştirmek, yumuşatmak gerekir. Sayın Başbakan ‘silah bıraksınlar, yoksa bir şey olmaz’ diyor. Ya ne söylediğini bilmiyor ya da farkında değil. Çok açık ve net söylüyorum. Biz yıllardır silah bırakmaktan söz ediyoruz. Ben daha önce de Sayın Erbakan döneminde de Özal zamanında da silahların bırakılabileceğini, bıraktırabileceğimi belirtmiştim. 1993'te dışarıdaydım. O zamanlar öyle İmralı'da da değildim. Yani içeride veya dışarıda olmam fark etmiyor.
-Şunu söylemekte sakınca bulmuyorum. Heyetle en son bir görüşme daha gerçekleştirdik. Kamuoyunun bilmesinde fayda var. Böyle kritik ve sıcak bir dönemde bile görüşmenin sürmesi ciddidir, önemlidir. Silahları bıraktırma irademiz var. Açık ve net söylüyorum. Benim dışımda kimse silahları bıraktıramaz... Bunu herkes görüyor, herkes söylüyor, devlet de söylüyor, ‘bir tek sen silahları bıraktırabilirsin’ diyor. Burada görüştüğümüz devlet yetkilileri, bilinçli, deneyimlidirler, onlar da bunu söylüyor. ‘Ancak sen bunu yapabilirsin’ diyorlar. Herkes ‘ancak sen yapabilirsin diyor’. Ben de bu rolden kaçamam. Gereği neyse yapmak istiyorum. Bunun için çok açık Sayın Başbakana buradan sesleniyorum. Bana rolümü oynamam için gerekli pratik araçların sunulması gerekir... Ben Meclis'in tatile girmemesini bunun için istemiştim. Gerekirse Meclis acil toplanıp bu konuda görüşüp çağrı yapabilir. Veya Başbakan bir çağrı yapabilir; ‘biz bu işin silahlarla çözülmeyeceğine inanıyoruz. Bu meseleyi demokratik anayasal yöntemlerle çözeceğiz’ derse, bir haftada hallederiz.
-Böyle olmazsa ne olur? Sorun sürüncemede bırakılırsa, demokratik çözüme gelinmez, silahların susturulması için bize gerekli olanaklar tanınmazsa ne yazık ki bu çatışmalar devam eder. Ben gerilla kayıplarına da asker polis kayıplarına da üzülüyorum. Askeri yakan ateş de gerillayı yakan ateş de aynı ateştir. İşte görülüyor Silvan'daki olaylar. Yarın bunun on katı gelişebilir. Bir günde çok fazla kayıplar da yaşanabilir. Eskisi gibi sadece kırsalda da olmayabilir, şehirlerde de olabilir. Halk bir günde toplanıp Paris'te nasıl Bastil zindanına yürüdülerse Diyarbakır'da da işte o tutukluların olduğu yere yürürse ne yapacaksınız? Bütün bunlar olabilir. Öfke birikmesi var. İşte Muşlu kız bedenini ateşe vermiş. Bunlar küçük küçük kıvılcımlardır.
-Meclis'e dönme meselesinde ortak bir mutabakata varılabilir. Şöyle bir bir cümle, mutabakat olabilir; ‘Tutuklu vekillerin durumu bir demokrasi sorunudur, çözümü de politiktir. Biz bu sorunu anayasa ve yasaları birlikte değiştirerek çözeceğiz’. İşte böyle formüle edilebilir. Hatip Dicle'nin durumu da ileride Diyarbakır'da bir ara seçimle çözüme kavuşturulabilir.” (anka)