Sayın Bakanım, öncelikli bu yoğun temponuz arasında bize zaman ayırdığınız için size çok teşekkür ederiz.
Avrupa Birliği gibi bir konuyu meslek edinmiş bir ajansla böyle bir sohbet gerçekleştirmek, görevim adına çok önemli. O nedenle ben teşekkür ederim.
Türkiye'nin Avrupa Birliği katılım müzakerelerindeki çevre faslının açılması için düzenlenen konferans nedeniyle Brüksel'deydiniz. Bu konfrerastan izlenimleriniz nelerdir? Türkiye açısından ne gibi olumlu gelişmeler oldu?
Çevre faslı, açtığımız 12. fasıldı. 12. faslı açmış olmak çok önemli. Çünkü çevre; teknik mevzuatı çok kapsamlı, maliyeti yüksek; ama o ülke vatandaşları için son derece kritik olan fasıllardan biridir. O nedenle birçok Avrupa Birliği ülkesi müzakere döneminde, bu faslı en sona bırakır. Biz bu fasılla birçok ilki birarada yaşadık. Çevre faslı için 26 değişik kurumumuzdan görüş alarak, 1.500 sayfalık Çevre Strateji Belgesi hazırladık. Müzakere pozisyon belgemizi komisyona sunmadan önce 13 ayrı bakanımızın imzasını aldık ve bu belgeyi 27 Avrupa Birliği ülkesine de kabul ettirdik. Kopenhag'ta dünya liderlerinin çevre ve iklim değişikliği konusunda uzlaşma sorunu yaşadıkları bir dönemde Türkiye'nin 26 değişik kurumunu ve 27 Avrupa Birliği ülkesini ortak bir çevre konusunda uzlaştırabilmesi ve bu faslı açabilmesi kendi başına bir mucizedir. Bu açıdan çok önemli bir gelişmeydi. Bu faslın açılmasında Sayın Başbakanımızın da çok ciddi bir desteği vardı. Kendisi henüz İstanbul Belediye Başkanı iken çevrenin en önemli zirvelerinden biri olan Habitat Zirvesi'ni gerçekleştirmek için çaba sarfetmiş, patlayan çöp dağlarına son vermiş, susuzluk sorununu çözmek için Istranca Dağları'nı delerek su getirmiş, İstanbul'u daha temiz bir havaya kavuşturmuş ve doğalgazın İstanbul'un her yerinde kullanılabilmesini sağlamış bir lider olarak; çevre faslının açılmasını çok önemsiyordu. İsveç Dönem Başkanlığı da bu faslın öneminin farkındaydı. Çevre Bakanımız, Sayın Başbakanımızdan aldığı güçle bürokratlarına ve bütün teşkilatına çok net talimatlar verdi. Sonuç olarak biz büyük bir emek ve alınterinin neticesinde belki Avrupa Birliği üyesi ülkelerin en çok zorlandıkları fasıllardan bir tanesi olan çevre faslını açmış olduk.
Böylece Türkiye olarak çok büyük bir başarı yakaladık.
Asıl büyük başarıyı bundan sonra yakalayacağız. Çünkü faslın açılmasıyla birlikte, Türkiye'de çevre konusunda yepyeni adımlar atılacak. Yeni çöp depolama sistemlerine kavuşacağız. Çöpün değerlendirilerek sanayimize kazandırılması için önemli yatırımlar yapacağız. Daha temiz bir su içeceğiz, daha temiz bir havayı teneffüs edeceğiz. Tüm bunlara bağlı olarak kanser oranları da azalacak. Bu çerçevede çevre faslının açılmasını çok önemsiyoruz. Sağlığımıza ve yarınlarımıza yapacağımız yatırımlar adına önemli bir gelişme... Yeni yatırımlar; yeni teknoloji ve istihdam kapısı demek olacağı için, vatandaşlarımız için de çok ciddi bir kazanç olacak.
Biz de gelecek nesiller için büyük bir kazanç olacağına inanıyoruz. Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği müzakere sürecinde uyguladığı siyasi ve mali politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Her iki taraf için hatalı ya da eksik gördüğünüz yanlar nelerdir?
Bırakın Avrupa Birliği üyeliğini, daha Gümrük Birliği'ne girmeden önce, Türkiye üzerinde çok ciddi endişeler vardı. Bizim ortak olmamız nedeniyle pazar kaygıları yaşayanlar, sanayisinin rekabet edememesinden korkanlar ve bu işin altından kalkamayacağını düşünenler oldu; ama Türkiye bu endişelerin yaşandığı dönemde dünyanın 30. büyük ekonomisiydi. Biz iktidara geldiğimizde de dünyanın 26. büyük ekonomisiydik. Bugün ise Türkiye dünyanın 16., Avrupa'nın ise 6. en büyük ekonomisine sahip olma özelliğini taşıyor. Dış ticaretimizin %50'sini Avrupa Birliği üyesi ülkelere gerçekleştiriyoruz. Dünyanın en büyük 2. müteahhitlik sektörü, Türkiye'de. Bugün Çin ve ABD ile rekabet eden bir müteahhitlik sektörüne sahibiz. Kazakistan'da, Fas'ta, Cezayir'de Türk firmalarının yaptığı binalar var. Bu da Türkiye'nin ekonomik politikalarının doğruluğunu gözler önüne seriyor. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin ve ABD'nin hemen hemen hepsinde bankalar zarar ederken, hatta bazı finans kurumları iflas ederken, Türkiye'de tek bir bankamız dahi zarar etmedi. Tabii ki reel sektörümüzde sıkıntılar oldu. Çünkü son yüzyılın en büyük küresel krizinden Türkiye de payına düşeni aldı. Ama diğer ülkelerle karşılaştırıldığı zaman, doğru kararlar aldığı ve gerekli disiplin uygulamalarını yerine getirdiği için Türkiye, en az zarar gören ülkelerden bir tanesi oldu. İnşallah krizin etkilerini en hızlı atan ülke de yine Türkiye olacak. Avrupa Birliği sürecinin ekonomimize çok büyük katkıları oldu. Özellikle Turgut Özal, Türkiye'ye yabancı sermaye çekmek için en çok çabalayan liderlerden birisiydi. Ama onun bütün çabalarına rağmen yılda 1 milyar dolarlık yabancı sermaye eşiğinin üzerine çıkamamıştık. Ne zamanki Türkiye Avrupa Birliği'nden müzakere tarihi aldı, sonrasında yılda 20 milyar dolar; yani 20 kat daha fazla yabancı sermaye geldi. Bu da ülkeye yeni iş olanakları, yeni istihdamlar ve yeni teknolojiler getirdi. O çerçevede Avrupa Birliği sürecinin, ekonomik ve mali programların üzerinde büyük etkisi olduğu kesin. Sosyal açıdan da çok büyük faydaları var. Türkiye'nin demokrasisi, insan hakları güçlendi, daha şeffaf bir ülke olduk. Eskiden konuşmaya korktuğumuz sorunları artık konuşabiliyoruz. Mesela artık Türkiye'de Alevi, Kürt ve Azınlık konularını, işçilerimizin sorunlarını ve kadınlarımızın temsil oranını korkmadan tartışabiliyoruz. Bunlar eskiden üzerinde tartışmaya çekindiğimiz konularken, bugün hepsini gözlemleyip, çaresini bulmaya çalışıyoruz.
Sizce halkın Avrupa Birliği'ne bakış açısı nasıl? Avrupa Birliği'ne üye olmanın getirilerini yeterince biliyorlar mu? Bunun için sizce ne gibi bir çalışma yapmak gerekiyor?
Avrupa Birliği ile ilgili çok ciddi bir kavram kargaşası var. Türkiye'nin eskiden olduğu gibi çeteler tarafından yönetilmesini isteyen direnç odakları, dezenfermasyonla yanlış bilgiler yayarak toplumu korkutmaya çalışıyorlar. Türkiye gibi genç, dinamik ve büyük bir ülkeyi aralarında görmek istemeyen Avrupa Birliği üyesi ülkeler, aleyhimizde kampanyalar yapıyorlar. Ama Türkiye'de azimli ve kararlı bir iktidar var. Bu işin peşini bırakmayacak kadar sabırlı bir Başmüzakereci ve arkasında da ona son derece destek veren bir Başbakan ve hükümet var. Bu konuda kimsenin endişesi olmasın. Biz bu iletişim sorunlarını da aşacağız. Bugün Türkiye toplumunun ortalama %60'ı, Avrupa Birliği üyesi olmamıza sıcak bakıyor. %70'i de Avrupa Birliği sürecinde demokrasimizin ve ekonomimizin güçleneceğine inanıyor. Yani Türkiye'nin büyük kesimi Avrupa Birliği sürecinin hem demokrasimizin hem insan haklarımızın hem ekonomik standartlarımızın hem de bireysel zenginliğimizin arttırılmasında çok önemli olduğunun bilincinde. Ama tabii ki bizim de toplumu doğru bilinçlendirmemiz çok önemli. O çerçevede Milli Eğitim Bakanlığı ile çalışmalarımız var. Ders kitaplarına Avrupa Birliği ile ilgili doğru bilgilerin girmesini sağlayacağız. Üniversitelerimizde projeler yapacağız. Gençlerimizin Avrupa Birliği konusunda daha da bilgili olması için, rektörlerimizle bir çalışma başlatacağız. Sivil toplum kuruluşlarımızla da çalışacağız. Çok ciddi bir iletişim stratejisi yürürlüğe koyduk. Hem Avrupa Birliği'ni Türkiye'de daha iyi tanıtmak hem de Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Türkiye'yi daha iyi tanımalarını sağlamak için çok ciddi çalışmalarımız olacak. O konuda herkesin desteğini bekliyoruz. Hele ki sizin gibi yayın kuruluşlarımızın katkılarını fazlasıyla önemsiyoruz.
Bizler de her zaman yanınızda olacağız. Avrupa Birliği'nin Türkiye konusunda yaşadığı fikir ayrılığı, kendi içindeki sorunlarının önemli bir göstergesi sayılabilir mi? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Avrupa Birliği içinde Türkiye'nin üyelik perspektifini istismar eden çevreler var. Fransa'nın Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy, Türkiye'nin müzakereler bitmeden üye olamayacağını bilen bir kişi olarak, sanki hemen yarın üye olacakmışız gibi bir kampanya ile kendi toplumu üzerindeki bir dezenfermasyonun parçası olabiliyor. Ama onun açısından baktığımızda, bu sayede karşısında yer alan Jean-Marie Le Pen'in sağcı partisinin oylarının %12'sini kendi tarafına çektiğini görebiliyoruz. Demekki burda bir istismar çabası var; ama bu çabanın ona somut getirileri de söz konusu. Bizim yapmamız gereken ise sabırlı olmaktır. Biz sabırlı bir şekilde bu süreci sürdürmeliyiz. Birçok devlet adamı gelip geçti; ama bu ilişki hiç kesilmedi. Biz kendi reformlarımıza odaklanmalı, kendi yasalarımızı değiştirmeliyiz. Türkiye'nin standartlarını Avrupa Birliği standartlarına yükseltmeliyiz. O ülkelerdeki tartışmalar eninde sonunda bitecektir. Nasıl 18 milyon Doğu Alman bir gecede Avrupa Birliği'nin eşit hak ve hukukuna sahip vatandaşlar oldularsa, Türkiye'nin bütün vatandaşları da Avrupa standartlarına ulaşacaklar. Avrupa Birliği üyesi ülkeler istese de istemese de... Biz sabırla, azimle ve kararlılıkla ülkemizin standartlarını yükseltmeliyiz. Eğer 10 yıl evvel insanların “Kürdüm” demeye korktukları bu ülkede, bugün devletin televizyonu günde 24 saat Kürtçe yayın yapabiliyorsa ve vatandaşına anladığı dilde kaliteli haber programını ve eğlenceyi sunabiliyorsa, demekki Türkiye'de birşeyler değişiyor demektir. Bu durum, ülkeyi bölmez. Aksine birlik ve beraberliği arttırır. Bu çerçevede Türkiye'nin her geçen gün daha demokratik, laik, sosyal ve adaletli bir hukuk devleti olması için hep beraber çalışmamız gerekiyor.
Kıbrıs Sorunu'nun çözümü için hükûmetin yürüttüğü politikayı nasıl
değerlendiriyorsunuz? Bu konuda daha başka neler yapılabilir?
Kıbrıs sorunu çerçevesinde, Türkiye ve KKTC, sanki çözümü engelliyormuş gibi gösteriliyordu. Biz 2002 yılında iktidara geldiğimizde, Kıbrıs Rum kesimindeki vatandaşların hem ülkemize girmesine izin verdik hem de KKTC'nin de onları kabul etmesini sağladık. O günden beri her iki taraf arasında yoğun bir trafik başladı. Ayrıca Annan planı çerçevesinde yeniden bir müzakere sürecinin başlaması yönünde çaba harcayarak, Türkiye'nin barış yanlısı tutumunu tüm dünyaya gösterdik. KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ve Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Dimitris Hristofyas'ın çözüm içinde biraraya gelmelerine destek verdik. Türkiye olarak Kıbrıs'ta adil ve kalıcı bir çözümü destekleyeceğimizi her seferinde vurguladık. Bu sayede bütün dünyanın bakışını değiştirdik. Tüm bunları eskiden yüzyüze gelmekten endişe duyduğumuz blöfleri görerek ve doğru politikalar uygulayarak gerçekleştirdik. Bu çalışmalar sırasında Kıbrıs'tan ne tek bir askerimizi çektik ne de bir karış toprak verdik. KKTC Cumhurbaşkanı Talat ve Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Hristofyas'ın yanı sıra, Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu ve Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan gibi barış isteyen dört liderin görevde olmaları ve arkalarında çok ciddi kamuoyu desteğinin bulunması da bence çok önemli bir fırsattır. Bu fırsat penceresini kapatmamak gerekir. Ümit ediyorum ki, Kıbrıs Rum Yönetimi de bu fırsatı iyi değerlendirir ve Nisan ayına kadar kalıcı ve adil bir çözüm konusunda ortaya net bir proje çıkar.
Başmüzakereci kimliğinizin yanı sıra 2010 Avrupa Kültür Başkenti Girişimi, Danışma Kurulu Başkanlığı görevini de yürütüyorsunuz. Bu konuda yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? Önümüzdeki dönemde daha ne gibi güzel çalışmalara imza atacaksınız?
Ben Danışma Kurulu Başkanlığı görevini, İstanbul'un 2010 Avrupa Kültür Başkenti adaylığı sürecinde üstlenmiştim. İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olana kadar da çok ciddi bir mesai ortaya koyduk ve oy birliği ile İstanbul'a hakettiği titri kazandırdık. Ama bu kazanımdan sonra ben görevimi diğer arkadaşlarıma devrettim. Şu anda da Avrupa Birliği'nden Sorumlu Devlet Bakanı olarak, İstanbul Koordinasyon Kurulu'nun bir üyesiyim. 2010 yılı boyunca 10 milyonun üzerinde turist Avrupa Birliği üyesi ülkelerden gelerek ülkemizi ve İstanbul'umuzu tanıyacaklar. Bizim sanatçılarımız da o ülkelere giderek kültürümüzü tanıtacaklar. Bu çalışmaların, Avrupa Birliği müzakerelerinde de bize çok önemli katkıları olacağını düşünüyorum.
Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz. Ancak sizin Avrupa Birliği çalışmalarınızla ilgili başka aktarmak istediğiniz bilgiler varsa, seve seve dinlemek isteriz.
Ben de çok teşekkür ederim. Sizlerin ve bütün okurlarınızın yeni yılını kutluyorum. Avrupa Birliği; bugün Türkiye'de farklı kesimlerin buluşabildiği bir platformdur. Çünkü Avrupa Birliği'nde herşeyin standartları bellidir. Avrupa Birliği Türkiye'nin güçlenmesi, demokrasinin olgunlaşması ve bireysel hakların Avrupa standartlarına gelebilmesi açısından önemli bir süreçtir. Avrupa Birliği süreci Türkiye'de kadını erkeği, askeri sivili, genci yaşlısı, işçisi işvereni, Alevisi Sünnisi, Müslüman olanı olmayanıyla, bütün vatandaşlarımızın ortak faydasınadır. Bu sürece hep birlikte sahip çıkmalıyız. Türkiye'ye yakışan reformları ve Anayasal değişiklikleri el ele vererek hep birlikte gerçekleştirmeliyiz. Avrupa Birliği sürecine katkı veren herkese teşekkür ediyorum ve bir kez daha yeni yılınızı kutluyorum.
Biz de sizin yeni yılınızı canı gönülden kutluyoruz. Yapmış olduğunuz başarılı çalışmaların devamını diliyoruz.Tülin Çetinkaya(avrupabirligihaberajansi)