Parti’nin 30 Eylül’de gerçekleştirdiği ve birçok bakımdan gövde gösterisine dönüşen 4. Olağan Kongresi, siyasi tartışmaların yoğunlaştığı bir döneme denk geldi. 10 yıllık iktidar döneminde halk desteğini her seçimde artıran ve son anketlerde de artışın devam ettiğini gördüğümüz Ak Parti’nin 4. Olağan Kongresi, yeni bir dönemin başlangıcını da işaret ediyor. Hem siyâsi bütünleşmelere zemin hazırlaması, hem de yurtdışından üst düzey katılıma ev sahipliği etmesi sebebiyle bu kongre önemli bir yere sahip gibi görünüyor. Cumhurbaşkanlığı tartışması, başkanlık sistemi, terör sorunu ve yeni anayasa çalışmaları da dahil olmak üzere, Ak Parti’nin önde gelen isimlerinden ve Grup Başkanvekili Mahir Ünal ile Ak Parti kongresini konuştuk. Mahir Ünal, Ak Parti’nin zihinsel kodlarını, siyasal konumunu ve 4. Olağan Kongrenin taşıdığı anlamı değerlendirdi.. RÖPORTAJ: Nil Gülsüm / MİLAT GAZETESİ
AK Parti 30 Eylül’de 4. olağan kongresini gerçekleştirdi. Bu kongreyi nasıl okumak gerekir?
Öncelikle bu kongreyi anlamak için kongrenin ruhunu anlamak gerekir. Bu kongre, kongrelerden bir kongre değildi. AK Parti’nin bütün kongreleri çok önemli işaret taşlarıdır, kongrelerdir. Ama bu kongre bizim için; Türkiye'nin geldiği nokta açısından; ruhu, konukları, mesajları, Sayın Başbakan’ın konuşması ile ikinci 11 yılın başlangıcında bir geçiş kongresidir.
AK PARTİ’Yİ BU MİLLETİN EVLATLARI KURDU
Geçiş kongresi dediniz. Ak Parti’nin ilk on yılını nasıl değerlendirirsiniz?
AK Parti olarak 2002’de yola çıkarken söylediğimiz şeyler vardı. Biz, “AK Parti, partilerden bir parti değildir. AK Parti bir millet hareketidir” dedik. Çünkü bu partiyi bu millet kurdu. AK Parti, bu milletin evlatları tarafından bu milletin değerlerini, tarihini, coğrafyasını, kaderini, yaşadıklarını bünyesinde barındırarak teşekkül etmiştir. Türkiye'nin her yerinden gelmiş ve bir ilke etrafında, bütün bu yaşanmış deneyimlerin, tecrübelerin, birikimin adeta hâsılası şeklinde AK Parti ortaya çıkmıştır.
Nasıl bir ortamda varlık buldu AK Parti?
Türkiye için artık deniz bitmiş, bir uçurumun eşiğine gelmişti. AK Parti’nin geldiği zaman Türkiye’yi elinde tutan vâsilerin, seçkinlerin, tepeden inmeci bir yaklaşımla şekillendirmeye çalışanların, Türkiye’yi olmadığı bir şey yapmaya çalışanların tükendiği bir noktaydı. Ve “Biz buradayız. Buna izin vermeyiz” diyenler, Türkiye’yi adeta bir uçurumun kenarından alanlar tarafından AK Parti kuruldu.
Ne anlamda uçurumun kenarındaydı Türkiye?
Türkiye, bir siyasi, yapısal, ekonomik krizin içerisindeydi. Ülkenin bankaları boşaltılmıştı ve insanlarımızın öz güveni sarsılmıştı. İlk programımız da bu yüzden demokratikleşme ve kalkınma programıydı. Bu programda Türkiye’nin bütün sorunlarını ve çözümlerini tek tek sıraladık. Yola çıkarken, ‘Karanlığa kapalı, aydınlığa açık’ şeklinde bir motto kullandık ve “Yakın Işıkları” dedik. AK Parti hep ilkelerin aydınlattığı yolda ilerledi.
MİLLETİN HİZMETKARI OLMAYA GELDİK
Halk AK Parti’ye neden büyük bir teveccüh gösterdi?
“Biz ne aldanan, ne aldatan olacağız” dedik. “Biz insanı yaşat ki, devlet yaşasın” dedik. “Biz yaratılanı severiz, yaratandan ötürü” dedik. Bu milletin ruh kökünden gelen, bu milletin dilini, gönlünü, irfânını bilen ve “Millete efendilik yoktur, hizmetkâr olmak vardır” diyen bir anlayışla hareket ettik. Ve 2002’den bugüne kadar da ilkelerimizden asla taviz vermeden yolumuza devam ettik.
10 yıl iktidarda kalan bir partinin halk desteğini artırarak devam ettirmesi kolay olmasa gerek. Nedir bunun sırrı sizce?
Biz bu yolda yürürken AK Parti’yi bir klan haline getirmeden, içe kapalı bir yapı şekline bürünmesine müsaade etmeden, sözünü ettiğim ilkeler etrafında birleşen herkesi buraya davet ettik. “Bu ilkeler bu değerler milletin ilkeleridir. Bu değerleri benimseyen herkese burada yer var” dedik. Çünkü burası sadece bir siyasi parti değil, burası bir siyasi harekettir. Burası millet hareketidir. Bütün kongrelerimizde de bunu bir şekilde gerçekleştirmeye çalıştık.
İktidar döneminizin ilk yıllarında bazı odakların direnciyle karşılaştınız. Neler oldu o süreçte?
2003’te, 2004’te, 2005’te, “Her ne olursa olsun AK Parti’den kurtulmalıyız” diyenlerin ne tür planlar, oyunlar içerisine girdiği bu gün daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. “Bunlar 6 ayda gider, fazla dayanamaz, iktidarın gücü bunları eritir dönüştürür” dediler. Ama bunların hiç birisi olmadı. Biz her seferinde oylarımızı arttırarak yola devam ettik. Bir taraftan vesayetçilerle savaşırken, öbür taraftan da Türkiye'nin tarihi, kültürü, ekonomisi ile ülkenin önünü de açmaya çalıştık. Biz bir taraftan tükenmiş bir ekonomiyi bitmiş bir yapıyı ayağa kaldırmaya çalışırken, diğer taraftan milletin eğitimde, sağlıkta, ulaşımda, hülâsa her alanda ihtiyaç duyduğu hizmetleri üretmeye çalışırken, bir taraftan da bunlarla mücadele ettik.
VESAYETE MİLLET SON VERDİ
Bu süreçte referandum önemli bir dönüm noktasıydı, değil mi?
Evet. “Millet bu vesayete son verecektir” diyerek referandumla millete gittik. Millet ezici bir çoğunlukla artık vesayeti istemediğini gösterdi. Vesayetin kırılması ile birlikte sistem rahatladı ve AK Parti, daha çok hizmet odaklı çalışmaya başladı. Siyaset kurumu kendi normalini buldukça, milletin siyasete yansıttığı iradeye dönüştükçe, diğer kurumlar kendi normal sınırlarına çekilmeye başladı. Normalleşme dediğimiz aslında bu. AK Parti’nin Türkiye’yi getirdiği nokta, siyasi iradenin devlete yansıdığı, siyaset kurumunun çözüm ürettiği bir noktadır.
ORTAK HAFIZAMIZ DİRİ
Demokrasiye yeni geçen Mısır’ın Devlet Başkanı Mursi, Barzani, Meşal, Balkanlar, Asya, Ortadoğu ve Avrupa’dan konuklar vardı. İstisnasız her konuk, Başbakan Erdoğan’dan ve Ak Parti iktidarının başarılarından hayranlıkla bahsettiler. Bu tablonun anlamı nedir?
Bu kongre artık Türkiye'nin kendi içinde bütünlüğü sağladığı, bölgesinde de söz sahibi olduğunu gösteren bir kongre. Biz büyük bir imparatorluğu kaybettik. Ama bu durum, büyük bir medeniyetin bakiyesi olmamızı engellemez. Bu topraklarda var olan o ortak hafıza silinmedi. Bu coğrafyadaki bin yıllık ruhaniyet ve maneviyat hala devam ediyor. Bugün Arap Uyanışı dediğimiz siyasal ve toplumsal dalga da, bunun kaçınılmaz bir sonucuydu. Arap kardeşlerimizin kukla diktatörleredaha ne kadar tahammül edecekleri düşünülüyordu. Bu sosyolojik olarak kaçınılmaz bir şeydi. Burada ilginç olan bir şey daha var. Düne kadar Araplara, yönetimlerini belirleyemeyen, diktatörlerin altında sessiz sedasız yaşayan insanlar diye hakaret edenler, bu muhteşem değişimi, uyanışı bugün bu defa başka şekilde kavramsallaştırıyorlar. Bu uyanışı Amerika’nın manipülasyonu, büyük güçlerin bir oyunu şeklinde küçümsüyorlar.
Bunun cevabı da kongrede verildi diyebilir miyiz?
Arap Uyanışı ile birlikte bu değişimi gerçekleştiren insanlar, başlarını kaldırdıklarında ilk olarak ortak hafızanın onlara söylediği yere Türkiye'ye baktıklar. Mursi’nin orada yaptığı konuşma önceden yazılmış bir konuşma değildi. Mursi oraya çıktı gönlü ve kalbi ile konuştu. Halit Meşal, Nuceyfi, Barzani kalbi ile konuştu.
DÜŞMANLIK OLSUN İSTİYORLAR
Barzani’nin gelişi neden bu kadar tartışma oluşturdu?
Bu topraklarda düşmanlığı, kini, nefreti derinleştirerek bölgeyi kendilerine bağımlı haline getiren efendiler, bugün bölgede oluşan birlik ve beraberlikten rahatsızlar. “Siz daha önce Barzani’ye şunu demiştiniz” diyorlar. Yani, “Düşmanlığa devam edin. Bu topraklarda bölünme devam etsin. Bu topraklarda kin ve nefret derinleşsin” diyorlar. Çünkü bu topraklarda kin ve nefret derinleştikçe, bu topraklar bölündükçe, o büyük medeniyet bakiyesi, o ortak hafıza daha çok saklı ve gözlerden ırak kalacak. O yüzden bu kongreyi büyük ve tarihi bir adım olarak görmek gerekir.
Partiye katılan yeni isimler de oldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu kongreyi, bu ülkenin evlatlarının bir araya gelişinin, kenetlenmesinin bir başlangıcı olarak görmek gerekir. Numan Bey’in orada olması, Süleyman Soylu’nun orada olması bir kucaklaşmadır. Bu kongreyi hem içeriden, hem dışarıdan yeni bir kucaklaşma ile büyük bir tarihten, güçlü bir geleceğe yürümenin sembolü olarak da görmek gerekir.
KONGREDEN BİRLİK MESAJI ÇIKTI
AK Parti Kongresi hem Başbakan’ın etkileyici konuşmasıyla, hem de misafirlerin çeşitliliği ve üst düzey oluşlarıyla kabul etmek gerekir ki görkemliydi. Bu tablonun Türkiye’nin zayıf düşmesini isteyenlere açık bir mesaj olduğu yorumu yapılsa cevabınız ne olur?
Kongreden çıkan tabiî ki birlik ve beraberlik mesajıdır. Biz hiçbir zaman emperyal olmadık. Bizim medeniyet kodlarımızda sömürgecilik yoktur. Dolayısı ile bizim emperyal hesaplarımız da yok. Biz herkes kendi bölgesinde, ülkesinde huzur içinde yaşasın istiyoruz. Hangi inanç ve etnik kimlikten olursa olsun herkesin barış ve esenlik içinde olması temel gayemiz. Bunun sağlanması için vermemiz gereken insani mücadeleyi de veriyoruz. Bizim Suriye’deki, bölgedeki, Türkiye’deki sözümüz de bunun üzerinedir. Yoksa biz batının o dayatmacı, sömürgeci yaklaşımını her zaman reddettik. Biz insanların kutsallarının, haysiyetlerinin, onurlarının güvence altına alınmasını ve insanların emniyet içinde olmasını istiyoruz. Bütün dünyaya bunu söylüyoruz. Çünkü bizim medeniyetimiz bu. Sayın Başbakanımız da her zaman bunu söylüyor. Biz insanız, fâniyiz, geldik, yaşıyoruz ve öleceğiz. Ama biz onurlu bir şekilde yaşamanın ve insanların onurlu bir şekilde yaşamasının gerektiğini savunuyoruz. Bunu vâr etmenin de bizim sorumluluğumuz olduğunu düşünüyoruz.
MESELEYE İNSAN ODAKLI BAKIYORUZ
Kürt meselesine nasıl bakıyorsunuz?
Bu koyduğumuz perspektiften insan odaklı olarak baktığınız zaman zaten Kürt, Türk, Laz, Çerkez, Arap diye ayırmıyorsunuz. Kur’an da “Biz sizi kavimler halinde yarattık. Tanışmanız, konuşmanız, ünsiyet etmeniz için” diyor. Farklı dillerin, farklı kavimlerin olması Allah’ın hikmetlerinden bir hikmettir. Buradan ister kavga, düşmanlık; ister farklılıkların zenginliğini çıkarırsınız. Farklılıklar üstünlük aracı değil, zenginlik aracıdır. Dolayısı ile bizim Kürt meselesine bakışımız da böyledir.
Kürt meselesini PKK ile özdeşleştirmek isteyenler de mevcut…
Biz Kürt meselesine bakarken tarihi bir arka plandan bakıyoruz. Sayın Başbakan’ın, “Kürt sorunu yoktur” derken anlatmak istediği de bu. Bugün AK Parti’nin önüne Kürt sorunu diye konulan sorun, terör ile özdeşleşmiş, Marksist-Leninist bir terör örgütü ve onun şiddeti ile özdeşleşmiş ve Kürt kardeşlerimizin de onunla özdeşleştirilmeye çalışılanbir soruna dönüştü artık.
Sorun nerede başladı?
Bizim büyük medeniyet kardeşliğimiz, Osmanlı’nın yıkılması ile birlikte bir çaresizliğe dönüştü. Kürt meselesi Lozan’da tartışılırken, Kürtlerin bir azınlık olmadığı, Müslüman oldukları ve ana unsur oldukları konuşuldu. 1925 ile 1937 arasında yirminin üzerinde Kürt isyanı var. Ve bu isyanlar, orada çözülmesi gereken bir meselenin olduğunu ortaya koyan isyanlardır. 1935’te Atatürk’ün, İsmet İnönü’ ye hazırlattığı bir rapor var. İnönü raporda, “Bölgede kendini Türk hissetmeye hevesli Kürtler gördüm” diyor. Sorun tam da bu. Bu bir asimilasyon anlamına geliyor. Daha sonra 1961’de darbecilerin hazırladığı bir Kürt raporu var. Orada da tanımlama, ‘kendini Kürt zannedenler’e dönüşüyor. 1980 darbesinden sonra da ifade, ‘dağlı Türkler’ ibâresi icât ediliyor.
DEVRİM GİBİ ÇALIŞMALAR YAPTIK
AK Parti iktidarıyla devletin bu algısında nasıl bir değişim yaşandı?
Bunlar Kürt meselesine ilişkin çok önemli işaret taşları. Burada bir ret ve asimilasyon politikası görüyorsunuz. İşte, bizim Kürt meselesi dediğimiz budur. Asimilasyona tâbi tutulmuş, kimlikleri inkâr edilmiştir. Farklı yaratılmış bir kimliğin inkârı adil değildir. Bugün bu ülkede yaşayan herkesi kardeş görmemizden ötürü insan haklarını sağlamak bakımından iktidar olarak kendimizi sorumlu gördüğümüz için Kürt meselesine verdiğimiz önem ve gerçekleştirdiğimiz devrim niteliğinde faaliyetler ortadadır. Bunun da mücadelesini veriyoruz. Biz iktidara gelir gelmez olağanüstü hâli, inkar ve asimilasyon politikalarını kaldırdık. Bizim Kürt kardeşlerimizle beraberliğimiz, hukukumuz bâkidir. Biz temel hak ve özgürlük alanlarını genişletirken, bunu herkes için mümkün kılmanın peşinde olduk. Bu topraklarda herkes çok sıkıntı yaşadı. Buna son verme gayretidir Ak Parti’nin çabası
AK Parti iktidarı kendisinde nasıl bir sorumluluk hissediyor?
Biz Suriye’deki, Irak’daki, İran’daki Kürtl kardeşlerimizinsorununu da kendi sorunumuz olarak görüyoruz. Arap kardeşlerimizinsıkıntısını da, Türkmen kardeşlerimizinsıkıntısını da kendi sıkıntımız olarak görüyoruz. Düştüğü gün başını kaldırdığında bıraktığı yere bakan insanlara karşı bir sorumluluğumuz olduğunu düşünüyoruz. Çünkü onlar düştükleri gün bir yere bakıyorlardı. Şimdi uyandıklarında yine aynı yere bakıyorlar. Ve biz onların bu bakışına bigâne kalamayız.
KAVRAM KARMAŞASI OLUŞTURULUYOR
AK Parti’nin devletleştiği eleştirilerine nasıl bakıyorsunuz?
Şimdi burada kasıtlı olarak ciddi bir kavram kargaşası, kafa karışıklığı oluşturmaya çalışıyorlar. AK Parti’yi devlet gibi göstermeye, devletle özdeşleştirmeye çalışıyorlar. Sivil dikta, tek parti gibi kavramsallaştırmaların altında da aslında bu yatıyor. AK Parti iktidar partisi olarak siyasi iradeyle devletin yürütme organını harekete geçiriyor. Milletin kendisine verdiği iradeyi, bir siyasi irade olarak yürütme organına yansıtıyor. Devlet, bir sorun ile karşılaştığında, o sorunu çözmek için değişik yöntemler kullanır. Çünkü devletin görevi sorun çözmektir. İnsanlar devlet dediğimiz aygıtı kendilerine hizmet etmesi için icat etmişlerdir. Devlet soyut bir aygıt, araçtır. Ancak bizim hafızamızda devlet böyle değil.
Nasıl bir devlet algısı var?
Bizim hafızamızda devlet sorun çözmez, sorun çıkarır, emreder, talimat verir, ne yapmamız gerektiğini hatırlatır, görevlerimizi hatırlatır. Bize öğretilen devlet buydu. AK Parti devleti sorun çözen, hizmet eden ve milletin hizmetkârı olan bir aygıta dönüştürmenin mücadelesini verdi, veriyor.
Terörün arttırdığı şiddet sarmalı ile nasıl bir mücadele planınız var?
Milletin önünde bir terör sorunu var. Bu aygıt, bu sorunu çözecek. Terör sorunu yakıcı bir sorun ve devlet bu sorunu çözecek. Bazı sorunlar vardır ki, bunlar siyaset üstüdür. Yani, iktidar partisinin tek başına çözebileceği sorunlar değildir bunlar; mutabakat gerektirir. Bu meseleler istismar edilmemesi gereken, toplumsal mutabakata ihtiyaç duyan bir nitelik taşır. Terör sorunu da böyle bir sorun.
AK Parti’nin geçmişi on yıl. 30 yıllık mazisi olan PKK sorunu neden geçmiş dönem iktidarlarınca bitirilemedi?
Bu sorun, Türkiye'nin önünde yakıcı bir sorun olduğu için kimse bu soruna dokunmuyordu, kimse elini sürmüyordu, kimse risk almıyordu ve sorun ortada öylece duruyordu. Ve o sorun adeta bir ranta dönüşmüş. Birilerinin varoluş-yok oluş meselesine dönüşmüştü. Biz ise, “Bu yakıcı bir sorun. Elimizi yakması, bedenimizi yakması pahasına biz bu sorunu çözeceğiz” dedik. Ve geldiğimizden beri bunun mücadelesini veriyoruz.
DEVLET İSTEDİĞİYLE GÖRÜŞÜR
Müzakereler yeniden gündeme geldi. Oslo görüşmelerini ve bundan sonra başlaması muhtemel süreçle ilgili eleştiriler var. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?
Devlet bu sorunu çözmek için tabiî ki görüşmeler yapacak. Oslo bu görüşmelerden bir tanesiydi. “İmralı ile neden görüşüyorsunuz?” diyorlar. Devlet kendi mahkûmu ile istediği zaman görüşür. Eğer orada çözüm için bir katkı görürse, devlet o katkıyı alacaktır. Devlet bunları yaparken vatandaşının güvenliğini sağlamak için eli silahlı adama karşı da mücadelesini verecektir.
Bu noktada AK Parti eski güvenlikçi anlayışa yöneliyor yaklaşımını görüyoruz?
“90’ların güvenlikçi anlayışına dönüldü” iddiası bir kavram kargaşası, akıl oyunu. Şimdi, güvenlik politikaları ile güvenlikçi politikalar farklıdır. Güvenlik politikaları, devletin kendi insanını koruması için aldığı önlemleri gerektirir. Ama güvenlikçi politikalar, tam da 90’lı yıllarda olduğu gibi olağanüstü hâldir. Köy boşaltmak, köy yakmak işkencedir. Bölgede sivil vatandaşın ve teröristin birbirinden ayırt edilmemesidir. Güvenlikçi politikalar, bölgedeki insanların her türlü şiddete maruz bırakılmasıdır. Dolayısı ile AK Parti hiçbir zaman güvenlikçi politikalara dönmemiştir. AK Parti, teröre karşı kendi insanının güvenliğini sağlamaktadır. Ak Parti elbette, terör örgütü ile mücadele etmektedir. Devlet terör örgütüne karşı en sert tedbirleri alacaktır ama bu sorunun çözümü için de gerekli olan demokratik adımları atmaktan da asla vazgeçmeyecektir.
KUTU//////////
MASADAN KALKMAYIZ
Yeni Anayasa çalışmalarını nasıl değerlendirmek gerek?
Anayasa, bütün bu konuştuklarımızın hepsinin müşahhas, somut şekli. Anayasa devlet ile başlıyor, devlet ile devam ediyor. Devletin karşısında bireyin görev ve sorumluluklarını hatırlıyor. 12 Eylül askeri darbesinin ardından yapılan 1982 Anayasası, devleti kutsayan, adeta devleti koruyan bir anayasa. Biz böyle bir anayasanın olamayacağını söylüyoruz.
Nasıl olmalı?
Anayasanın görevi, insan haysiyeti ve onurunu güvence altına almaktır. Anayasanın insan hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak ve bireyin toplumsal alanda haklarını ve özgürlüklerini zenginleştirecek bir yapıda olması gerekir. Ancak bu olduğu zaman bizim bütün mücadelemizin finali, taçlanması olacaktır. Darbeci anayasalar bireyi kontrol etmek üzere kuruludur. Sivil anayasa bireyin hak ve özgürlüklerini genişletmek, zenginleştirmeketmek üzere kuruludur. O yüzden AK Parti olarak biz, yeni, sivil, özgürlükçü, hakların zenginleştiği bir anayasanın olmasını istiyoruz. Sayın Başbakan’ın da söylediği gibi asla o masadan kalkan taraf olmayacağız.
Cumhurbaşkanlığı mevzusu şimdiden tartışılmaya başladı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabi anayasa konuşulurken sistem konuşulacak. Biz bir rejim tartışması yapmıyoruz, sistem tartışması yapıyoruz. Bu anayasanın sistemi parlamenter sistem mi, partili cumhurbaşkanlığı sistemi mi, yarı başkanlık mı, yoksa başkanlık mı olacak? Bu tabi ki tartışılacak. Tartışılması da önemli. Ama biz tartışamıyoruz. Ortaya bir fikir attığımızda, bizimle kavga ediyorlar.
Neden?
Çünkü niyetleri üzüm yemek değil. Onlar olaya, “Terör sorunu, AK Parti döneminde çözülürse, anayasa AK Parti döneminde yapılırsa, ekonomi AK Parti döneminde iyileşirse, AK Partiyi yıkamayız” perspektifinden bakıyorlar. AK Parti döneminde ekonomik sorunlar, sağlık ile ilgili sıkıntılar ve Türkiye'nin temel, kronik sorunları çözüldü. Türkiye'nin önünde tek bir temel sorun kaldı, o da terör sorunudur. Türkiye bu sorunu çözdüğü zaman, Türkiye'nin önü açık inşallah.