Rahmetli Aydın Menderes'in eşi Ümran Menderes'le ilk kez 1996'da, Menderes'i felç eden o feci kazadan sonra konuşmuştum. Aydın Bey gibi o da acıların imbiğinden süzülmüş ama yüzü de dili de acımamıştı. Kaderin açtığı son keder sahnesinde yeni rolüne hazırdı. Bir kanadı çelik, bir kanadı ipekten örülmüş bir melek gibi eşinin çevresinde dört dönüyordu. Doktorların birkaç yıldan fazla ümit vermediği Aydın Bey'in on altı yıl daha yaşamasında, hanımefendinin gösterdiği özeni Yaradan takdir edecektir.
Menderes'in vefatının hemen ardından kendisiyle bir daha konuşmak istedim. Talebim geçtiğimiz cumartesi gerçekleşebildi. Ankara Çayyolu'ndaki Çakırbey Villaları 35 numarada geçirdiğim üç saati internet sayfamızda söyleşi formatında okuyabilirsiniz. Menderes'ler üzerine yapılacak çalışmalara mütevazı bir katkı olur ümidiyle, tamamını verdim. Burada, sadece kalbime değenleri paylaşacağım.
Ümran Hanım siyahlar içinde. Beyaza dönük sarı saçları her zamanki gibi şöyle bir toplanmış. Bedeni 71 yılı kuşansa da sesi çocuk yumuşaklığında. Belki şöminenin üstündeki hayat dolu gençlik fotoğrafının etkisiyle, belki on altı yıl önce zihnime yerleşen melek imgesinden, yaşsız olduğunu düşünüyorum.
'Cenazeme gelmesinler'
Aydın Bey'in tekerlekli sandalyesi için yaptırılan asansörle bir kat aşağıya inip bahçeye çıkıyoruz. Usta bir bahçevan eli değmiş toprak sevgiyle kucaklıyor bizi. Kaybımızın ruhu buralarda bir yerde olsa gerek. Yağmur damlaları bitkilerin çıplak dallarına boncuk boncuk sıralanmış. Ahşap kameriye gri kahve gülümsüyor. Kış çok yakışmış bu bahçeye. Fotoğraf çekilirken bakıyorum, Ümran Hanım siyah bir gül ağacı sanki. Hüzün bu kadar mı güzel taşınır? Yorgunluğunu, isyanını, yalnızlığını insan böyle mi saklar? Deryalarda fırtınalarla boğuşurken nasıl olur da güvenli limanlara demir atmış görünür?
Annesini beş yaşındayken kaybettiğini, üvey annenin kendisini ve kardeşini istemediğini, Ankara Koleji'nde yatılı okuduğunu, babasının işleri bozulunca yaşının iki sene büyütülerek iş hayatına atıldığını, evlendiğini ancak Aydın adlı kayınbiraderinin trafik kazasında ölmesi üzerine eşinin alkolik olup hayatı ona zindan ettiğini, boşanmak zorunda kalıp iki çocuğunu büyütmeye çalışırken 1979'da Aydın Menderes'le tanıştığını, Bülent Aydın adındaki küçük oğlunu trafik kazasında yitirdiğini, on iki yıl sonra soyadının resmen Menderes olduğunu, fakat Menderes ailesinin kendisini oğullarına layık görmediğini biliyordum.
Önceki görüşmemizde "Söylentileri duyduğumda tabii ki üzülüyordum çünkü insandım. Şöyle düşünüyordum: Bunların bana cephe alması, kızması doğru değil. Kızacaklarsa Aydın'a kızsınlar, o evlendi benimle." demişti. Aslında, babası ve iki ağabeyinin trajik ölümünü yaşamış genç Aydın'ı mutlu edecek tek kadındı o. Aralarındaki yaş farkı söylenildiği gibi on iki değil sadece dört buçuk yıldı. "Aydın Bey size hangi özelliklerinizle bağlandı?" diye sorduğumda "Doğallığım herhalde, iyi niyetim, insan sevgim, hoşgörüm, onu yanıltmamam, hissi olmayışım, mantığım." diye cevap vermişti.
Bahçeye veda edip tekrar yukarı çıkıyoruz. Evdeki görevliler çay, helva, börek ikramı yapıyorlar. Bunları yemezsem rahmetlinin üzüleceği vehmine kapılıyorum. Ümran Hanım ne yiyor, ne de içiyor. Önce zor geliyor konuşmak, sesi titriyor, gözleri nemleniyor. Sonra kendini toparlıyor. Hayatlarına dair daha önce konuşmadığımız bazı detayları öğreniyorum. Ümran Hanım, evlilik öncesi geçirdikleri on iki yıl boyunca aynı evde kalmadıkları gibi, ne bir akşam yemeğine ne de birlikte seyahate gittiklerini anlatıyor. O dönemdeki beraberliklerinin adını "seviyeli bir arkadaşlık" olarak koyuyor.
Şurasını biliyordum ama; Aydın Menderes'in kendisine gösterdiği özel ilgiye hep şaşırmış, iki çocuklu dul bir kadın olarak ilişkiyi sürdürmek istememişti. Aydın Bey'di ısrarla ondan vazgeçmeyen. Ümran Hanım'ı yakından tanıyanlar, yanında huzur bulduklarını belirtirlerdi, sanıyordu ki Aydın Bey de bu meleksi duyguyu kaybetmek istemiyordu. O kadar kararlıydı ki, aşkını reddederse kendisine bir fenalık yapabileceğini ima etmişti.
Ümran Hanım, 1996'daki görüşmemizde "Ne yazık ki evdeki hizmetliler bile beni önce onaylamadılar ve bunu hiç saklamadılar." demişti. Şimdi, 2012 yılında aynı konuyu "Hayır, beni oğullarına denk görmediklerini hissettirmediler bile." sözleriyle anlatıyordu. Acılar listesindeki sıralamaların değişmesi kadar doğal bir şey olamazdı tabii. Gerçek olan şuydu ki, kayınvalidesi Berrin Menderes'in kendisine emanet ettiği oğluna kutsal bir görev gibi çok iyi bakmıştı. Eşinin bedenini alıp beynini sağ bırakan kaza, ilişkilerini derin bir dostluğa dönüştürmüştü. Aileden Demokrat Partili Ümran Hanım, daha en başta eşinin Adnan Menderes'in anısını yaşatma misyonuna canı gönülden katılmıştı. Artık sadece siyaseten yol arkadaşı değildi; aynı zamanda hasta bakıcısı, beslenme uzmanı, sekreteri, psikoloğu ve danışmanıydı..
Birlikte politika yapacakları için ortak bir çocukları olsun istememişlerdi. Şimdi, toplam otuz iki yıllık beraberliğin ardından yeni görevi sadece anıları yaşatmaktı. Çünkü Ümran Hanım kendi arkadaş çevresinden tamamen kopmuş, hayatını her saniyesiyle eşine adamıştı. Bir anlamda kendini yokedip, varlık nedenini "Aydın Menderes'in huzurunu sağlayan kadın" olarak kodlamıştı. Ve bu böylece devam edecekti. Zaten Menderes soyadını taşıyan diğer bireylerin durumu ortadaydı. "Menderes" kavramının onlar için bir kıymeti harbiyesi olmadığına inanıyordu. Öylesine ki, Aydın Bey, "Cenazeme gelmesinler." diye vasiyet etmişti. Bu durumda Menderes adını unutturmama işi kendisine kalıyordu.
Acaba rahmetlinin güçlü baba figürü altında ezildiğini söyleyebilir miydik? Babanın trajik kaybı, oğula kaldıramayacağı bir siyasi yük bindirmiş olabilir miydi? Babaya borç ödeme duygusunun altında suçluluk psikolojisi mi vardı? Acaba politika dışında kurulacak bir hayat onu daha mutlu etmez miydi? Bu gibi sorulara Ümran Hanım'ın verdiği yanıt hep "hayır" oldu.
Ona göre eşi politikayla uğraşmayı seviyordu, istediği yere gelememesinin nedeni, Menderes adından korkulması ve kendisine fırsat verilmemesiydi. 'Demokrat Parti'nin devamıyız' diyen partilerde dahi, varlığından sadece imaj olarak yararlanılmış, "ismi-cismi olsun ama karışmasın bir şeye" denmişti. Doğru Yol Partisi'nde açıkça Menderes düşmanlığı vardı. Bu tohumu Süleyman Demirel ekmişti. Öyle olmasa, Demirel kendisinden sonra bayrağı Aydın Menderes yerine Tansu Çiller'e verir miydi? Belki de askerler ikinci bir Menderes'e tahammül edemeyecekleri şeklinde gizli bir talimat vermişlerdi Demirel'e.
Kurduğu Büyük Değişim Partisi'nin kapanma sebebi ise parasızlıktı. Ümran Hanım'ın bile emekli maaşıyla desteklediği partiye kimse maddi destek olmamıştı. ANAP'ta da Doğru Yol'a benzer bir tavır vardı. Mesut Yılmaz önce ittifak teklif etmiş, sonra sözünden caymıştı. Yeniden kurulan Demokrat Parti'de, insanların ancak yarısı onu istemiş, kalan yarısı karşı çıkmıştı. Aydın Bey, en büyük ilgiyi Refah'tan görmüştü. Fakat "Pazara kadar değil mezara kadar" lafından korkanlar yani Erbakan'dan sonra genel başkan olmayı kafasına koyanlar Menderes'in yoluna taş koymuştu. Oysa taziye için eve gelen Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, "Erbakan hocamız benden sonra Aydın Bey diyordu." bilgisini vermişti. Rahmetli hastanede yoğun bakımda yatarken ziyarete gelen Deniz Baykal da, "Aydın Bey bu talihsiz kazayı geçirmeseydi Türkiye'nin kaderi değişebilirdi." demişti. Fakat rahmetlinin CHP'ye geçeceği söylentileri ölü üzerinden siyasi prim yapma çabasından başka bir şey değildi.
Aydın Menderes'in sağlığı geçtiğimiz Ramazan ayında ağırlaşmıştı. Ölümüne kadar geçen sürede kaldığı hastanelerde neler yaşandığını, eşinin onu kurtarmak için nasıl çırpındığını bu yazının internet versiyonundan okuyabilirsiniz. Ümran Hanım, süreçte karşılaşılan sorunları "Kader ağlarını örüyordu." diye yorumluyordu. Zaman zaman bellek yitimi yaşayan Aydın Bey, aklı başında olduğu bir anda vasiyetini de etmişti. Ancak bunları anlatmak istemedi, sadece "Ben seni güldüremedim" dediğini belirtmekle yetindi.
Ümran Hanım eşini toprağa verdikten sonra düzenini değiştirmemişti. Aynı odada kalıyor, gazetelerini okuduktan sonra yaşadığı hayatı bir film gibi hayalinde yeniden seyrediyordu. Hayır! Eşinin çektiği acıların bittiği gibi bir tesellisi yoktu. "Keşke yaşasaydı da yüzünü görseydim, o kocaman sesini duysaydım. Ben de genç değilim ama Allah güç kuvvet veriyordu. Yine ona baksaydım." diyordu.
Adını Menderes'lerin köyü Çakırbeyli'den değil, büyük bir tesadüf eseri müteahhidin soyadından alan Çakırbey villasını bozmak istemiyordu. Bu, evde yaşananlara saygısızlık olurdu yoksa. Fakat eşinin mezarına daha yakın olmalıydı. Kafası karışıktı. Her halükarda bir ayağı İstanbul'da olacaktı. Hem kayınpederinin hem de eşinin anısını yaşatmak için elinden ne geliyorsa onu yapacaktı. Menderes adı unutturulamazdı.
***

Soldan sağa: Dayım, teyzem, babam, teyzem, annem ve masada oturan da benim.

Annem ve babam.

Aydın beyle evlendiğimiz ilk yıllar.

Oturanlar: Büyükbabam ve büyük annem. Ayaktakiler soldan sağa: Teyzem, dayım, teyzem ve köpekleri Joly.