Her iyi fen bilimci günün birinde, izah edemediği bir şeyle karşılaşır. Bilginiz ilerledikçe hele kâinatı global anlamda ve diğer gezegenlerde olanları, bu dengeyi, değişik bildiğiniz canlıların yapılarını, bir kelebeğin kanadındaki sarı rengin dahi aslında bir işe yaradığını görmeye başladığınız zaman koparsınız artık. Her iyi fen bilimcinin sonunda geldiği nokta Allah'tır.
-Sizin için, "yarı erkek, yarı kadın" dendiğinde ne hissediyorsunuz?
-Ben kendimi cinsiyetsiz hissediyorum. Böyle bir ayrımı kabul etmiyorum. Herkesi beyin olarak görüyorum ben. Mesela şimdi birbirimizden ayrıldığımızda ne vardı üstünde diye sorsalar sizinle ilgili olarak renkli bir deri ceket diyebilirim ancak.
-Ama cinsiyetsizim demek başka anlamları da içerir.
-Şöyle. Sadece söylediklerimin dinlenmesini istiyorum. Onun dışında diğer özelliklerimin ve unsurlarımın dikkat çekmemesini istiyorum. Ve çektiği zaman da bu beni yaralıyor.
-Hoş bir kadınsınız iltifatı sizi neden yaralıyor, anlamak mümkün değil.
-Tamam hoş bir kadın. Ama bir gün de söylediğim bir şeyin ne kadar önemli olduğu konuşulsun. Yıllardır söylediğim birçok şey Türkiye'de yapılmış olsaydı eğer, mesela bir DNA bankası olsaydı Türkiye'nin çehresi değişirdi.
-Olmamasının nedeni siyasi mi?
-Orada yine cehalet var. Anlayamıyorlar nereye götürür bu fikir. Efendim hepimizi fişleyecekler! Reaksiyon bu. Bizi fişleyecekler diyenler hepten cahil. Bunu savunamayanlar da cahil. Bakın bunu çok açıkça söylüyorum. Bu olmazsa olmaz. Suçla mücadele etmek istiyorsanız bir DNA bankanız olmamalı. Kayıplarınız varsa eğer bir ülkede, aydınlatılamamış cinayetleriniz varsa, faili meçhulleriniz varsa, bunayanlarınız varsa, küçük çocuklarınız varsa kaybolan, bunun tek çaresi DNA bankasıdır. DNA bankanız yok ise seri katilim yok diyemezsiniz.
-Mesele bankanın İçişleri Bakanlığına mı, Adalet Bakanlığına mı bağlı olacağında mı düğümleniyor?
-Evet, oraya tıkandı kaldı. Çünkü bunun kontrolünün kimde ise bir güç getireceği zannı var.
Bazı ülkelerde İçişleri'ne bağlı, bazı ülkelerde Adalet Bakanlığına bağlı.
-Fark eder mi size göre?
-Etmez. Bu öyle bir organizasyondur ki muazzam güvenlik önlemi alırsınız. O bankada muhafaza edilende zaten şey biyolojik örnek değildir. Yani kan, tükürük filan muhafaza etmiyorsunuz. Sadece barkot, yani o marketlerde gördüğünüz o çizgi çizgi bir etiketin sayıları sadece.
-Peki buna başbakan karar veremiyor mu?
- İstese verirdi. Ama Avrupa Birliği süreci içerisinde bu zaten yapılmak zorunda. Başka türlü olamaz. DNA bankası için elimizde her türlü teknik olanak ve insan gücü var. DNA bankası size olayları birbirine bağlamayı getirir. Şurada bir otomobil çalınmışsa, öbür tarafta şu adamı yaralayan biri varsa, bu yaralayan aynı zamanda bu otomobili de çaldı diyebilirsiniz. Şu anda Türkiye'de aydınlatamadığınız olaylar bir milyon kadardır. Bunun içinde küçücük bir kısmı cinayetler. Ama çok büyük bir kısmı adi suçlar. Siz bunu bulmak istemez misiniz? Yani bir ülke olarak her olayı aydınlatabilen, olabildiğince çok insanı mağduriyetten koruyan bir devlet olmak istemez misiniz? Niçin insanlar evine hırsız girdi, ama bulamadılar. Belki de polisler hırsızlarla ortak lafını etsinler sizin için.
-Bunun çaresi DNA bankası mı?
-Evet. Bakın, İngiltere bugün haftada sadece beş yüz kadar olayı DNA bankası sayesinde elini kımıldatmadan çözüyor. Çünkü diyor ki, ben kırmızı ışıkta durmadan geçenin de ben DNA'sını alırım kardeşim. Niye geçiyor kırmızıda? Bugün bunu yapan yarın bana bilmem ne de yapar diyor. Bu çok önyargılı bir yaklaşım olabilir. Ama bu sayede o kırmızı ışıkta geçen adamın daha önce bilmem nerede bir kadına saldırdığını, bu sayede buluyor. Bir tecavüzü böyle aydınlatabiliyor. Bundan korkmanın bir anlamı yok. Zaten dünya gelecekte her bireyinin DNA'sını bir yerde bankalayacak. Bunun önünde kimse duramayacak.
-DNA bankası yasası çıkmıyor ama.
-Yasa tasarısı hazırlığı var. Tasarının en önemli olan unsurları, kimden alınacak, suçsuz çıkarsa ne yapılacak, suçlu çıkarsa ne kadar kalacak bu bilgi bankada, gibi teknik, ama çok önemli hususlar. Bunları tartışmak yerine banka hangi bakanlığın kontrolünde olacak gibi bir açmaza girildi. Bazı ülkeler irili ufaklı her suç tipinde DNA alıyor ve sonsuza kadar muhafaza ediyor o bilgiyi. Yani silmiyor bankadan. Şu anda mesela Türk Ceza Kanunu'nun Ceza Muhakemesi Usulü Kanununa göre işlenen suçun cezası iki yıl ve daha fazla hapis cezası olduğu takdirde DNA alabiliyorsunuz. Bu sürenin aşağı inmesi lazım. Mesela sokaktaki köpeğe işkence eden, orasını burasını kesen birisinin DNA'sını ben bankalarım. Bugün onu kesen yarın beni kesecek. Açıkça ortada.
-Mecbur muyuz ya içişleri ya adalet demeye. Tamamen özerk bir kurum olamaz mı?
-Tabii olabilir. Şöyle bir durum var. DNA analizi çeşitli şekillerde yapılabilir. Kimisi şu bölgeyi, kimisi bu bölgeyi inceler. Kendi olayını çözer ama daha sonraki başka bir olaya yaramaz bu bilgi. Onun için bu yöntemin standardize edilmesi lazım. Yani bu laboratuarlar resmi de olsa, özel de olsa bunun kontrolünün, kalite güvencesinin sağlanması gerekiyor.
Mesela en önemli şeylerden biri, mahkûm tahliye etmeden önce DNA'sını alabilmektir. Çünkü maalesef bir kere suç işleyenin tekrar suç işleme ihtimali çok yüksektir. Bunu yapmak on binler, yüz binler gibi rakamlara getiriyor sizi ki buna rutin içerisinde ne polis kriminal, ne adli tıp kurumunun biyoloji dairesi yetişemez. Bütün dünya bu noktada ihaleyle özel laboratuarlara bu işleri vermeye başlıyor. Hatta İngiltere'de olay yeri incelemeye dahi özel ekipler göndermeleri mümkün. Hal böyle olunca devlet bunu kontrol edebilir iyi çalışıyorlar mı, çalışmıyorlar mı? Bakın resmi hastanelerin yanında bir sürü iyi iş yapan özel hastaneler var. Niye onları kabul ediyoruz? Çünkü iyi iş yapıyorlar, kontrol ediyoruz. Burada da iyi iş yapıldığını kontrol edip bu işleri dağıtmak mümkün.
BENİM ADIM HAFİZE HİKMET SEVİL ATASOY EKİNCİ
-Şu cinsiyet meselesine dönelim. Birisi sizi kadın gibi görsün istemiyorsunuz. İltifattan hoşlanmıyorsunuz. Peki yeni eşiniz size hiç mi iltifat etmedi? Onun iltifatlarından rahatsız mı oldunuz? O sizi kadın olarak görmedi mi? Sizi cinsiyetsiz olarak gördüğü için mi ona evet dediniz?
- Tabii ki insan kendine bakmalı. Kadın olsun, erkek olsun diğer insanların gözünü rahatsız etmeyecek şekilde olmalı. Ben en önemli faktör olarak ancak güler yüzlüleri, pozitif enerji saçanları işe almışımdır. Temiz, pak ve bakımlı olmasını her zaman için yeğlemişimdir. Dolayısıyla kendim de bunlara dikkat ettim. Modayı takip etmem. Kiloma dikkat ederim. Samimi iltifatları tabii ki pozitif bir motivasyon olarak görürüm.
-Birisi sizi kadın gibi görmeye başlarsa bir anda kızıyorsunuz. Eşiniz sizi kadın gibi görmüyor mu?
- Evlilik hiçbir zaman birinin birini erkek, öbürünün kadın gibi görmesi üzerine oturmaz. Hiç kuşkusuz evlenmeye niyetlendiyseniz onunla aranızda bir fikri iletişim de vardır. Karşılıklı oturup konuşabilmek bir artı değer katıyor.
-Bundan evvelki eşinizle otuz yıl beraberdiniz değil mi?
-Evet. Her ilişki farklıdır. Birlikte olduğunuz insanların her birinden farklı değerler alabilirsiniz. Uzun soluklu birliktelikleriniz her zaman sizi bir yere taşımayabilir. Bir noktada başka bir şeye de ihtiyacınız olduğunu düşünebilirsiniz. Fikri bazda başka birisiyle beraber olmayı da tercih edebilirsiniz.
-Siz 2008'de mi boşanmıştınız?
-Evet. Şimdi aldığım haberlere göre kendisi de biriyle evlenmek üzere. Bu da beni çok mutlu ediyor, seviniyorum gerçekten. İnşallah hayırlısı olur onun için. Ortak bir kızımız var, ortak bir torunumuz var. Böyle ben her şeyin iyi gitmesini isteyen bir insanım.
-Hep böyle sert kadın imajı veriyorsunuz. Kimsenin omzunda ağlamam. Kimse benden zeki olmaz. Kimseyle sorunumu paylaşmam gibi bu laflar ediyorsunuz.
-Doğrudur.
-Yeni eşiniz Hüseyin Bey sizin bu yönlerinizi yumuşattı mı?
-Henüz sayılmaz. Bunun için daha bir süre gerekir. Beni daha fazla yumuşatmak gibi bir gayret içinde olduğunu zannetmiyorum.
-Her erkek ister ama ona kedi gibi sokulmanızı.
-Yok yok. Öyle bir şeyi herhalde ben hiçbir zaman yapamam. Yani öyle görünmek istemiyorum. Bana sevecenlikle yaklaşılmasını da istemiyorum zaten.
-Niye böyle sevgiyi reddediyormuş gibi bir pozisyon alıyorsunuz?
-Vardır psikolojik nedenleri. Belki birine gidip anlatmam gerekir, bilmiyorum. Ama bu belki yaptığım iş nedeniyle dirençli olmam icap ettiği, çok küçük yaşlardan beri beynime kazınmış olduğundan, çok ciddi sorunlarla karşılaştığım için.
-Tek çocuksunuz, babanız erkek çocuk mu istiyordu acaba?
-Yoo, hayır. Hiç öyle bir şey yok. Tek çocuğum. İkinci bir çocuk istemediler zaten. Çünkü her ikisi de çok yoğun çalışıyordu. O nedenle bana bir erkek çocuk olursa eğer konulabilecek ismi de koydular. Benim bir adım Hikmet'tir. Babamın babasının adıdır. Bir ön adım da Hafize'dir. O da babamın anneannesinin adıdır. Yani konulabilecek bütün isimleri peş peşe koymuşlardır. Yani Hafize Hikmet olarak hayatıma başlamış bir insanım.
-Sevil?
-Sevil'i doğumdan sonra hastaneden çıktıktan bir ay sonra eklemişler.
-Yani tam adınız şu anda Hafize Hikmet Sevil Atasoy Ekinci.
-Doğrudur.
-Peki ben herkesten daha zekiyim sözünüz yeni eşinizi incitmiş olabilir mi?
-Oradaki soru şuydu: Neden bir dostunuz yok? Veyahut ta bir arkadaşınız?
-Kimsenin benden zeki olamayacağını düşünüyorum diyorsunuz siz de.
-Şimdi şöyle. Tabii orada bir evlilik meselesinden ziyade, dertlerinizi paylaştığınız bir arkadaş bağlamındadır o soru. Nitekim bir tek arkadaşımla dahi ben kendi özel hayatımı hiçbir şekilde paylaşmam, derdimi de anlatmam. Daha önceki evliliğimde de her şeyimi tabii ki eşimle paylaştım. Ama öyle pek kolay kolay ağlamam. Bir haksızlığa maruz kalıp çözümü bulamadığınız zaman ağlarsınız. Çaresizlikten. Ona bir çözüm üretmeye çalışmışımdır hep. Ağlanacak şeylerle elbette karşılaşırsınız hayatta. Ama ağlamadan önce acaba bunu nasıl halledebilirim diye düşünmeniz gerekir. Bence ağlamak hakikaten bir zayıflıktır.
-İhtiyaçtır ağlamak.
-Ne olacak peki? Ölünün arkasından ağlarım, kaybın arkasından ağlarım. Keşke annem şimdi burada olsaydı diye ağlarım. Şimdi de sesim titriyor mesela. Ama o kadar.
-Karşımdaki erkeğin vahşet, şiddet, cinayet ve zeka oyunlarıyla hiç alakası yoksa benim de onunla alakam olmaz diyorsunuz. Şu anki eşinizin bunlarla alakası var mı?
-Var, şöyle. Gazetecilikten geliyor zaten kendisi. Ve de tabii ki her gazeteci gibi adli olaylarında arkasında ne var, ne yok diye elbette merak eden birisi. Çok iyi bir gözlemci, iyi bir Kanıt izleyicisi. Ve de polisiye meraklısı. Dolayısıyla hakikaten benim yaptığım işe meraklı olmayan bir insanla da nasıl hayat geçer bilemem.
HENÜZ GENÇ EŞİMİ KISKANMAYA BAŞLAMADIM
-Gazetecilik yapıyor mu şu anda?
-Evet.
-Konya'da mı?
-Değişik şekillerde, işte biraz orada, biraz burada. Yani farklı bir boyut üzerinde, bir internet gazeteciliği vardı şimdi. Başka bir platformda devam etmek istiyoruz.
-Neden Konya'da oturmayı tercih ettiğinizi sorabilir miyim?
-Güzel yer orası. Buradaki evimizi kapamadık, benim kendi evimi. Fakat orada bir evimiz var. Onun ailesi orada. Ben de kendimi Konya'da iyi hissediyorum. Çok izleyicim var. Çok enteresan, İstanbul'da görmediğim büyük yakınlığı Konya halkından görüyorum. Yani sokağa çıktığım zaman bir sürü genç kız size geliyor, beraber fotoğraf çektirmek istiyor, konuşuyor.
-Birlikteliğinize dair de soru soruyorlar mı?
-Yok, hiç kimsenin bir sorusu. Zaten sorulacak bir şey de yok. İnsan hayatının her döneminde birisiyle evlenebilir. Evlenmek gerektiğini düşünen birisiyim ben. Evlenmeden bir ilişki yaşamam.
-Bu muhafazakar yönünüzü mü ortaya koymuş oluyor?
-Evet. Ben bunu doğru bulmuyorum. Evlenmeden çok güzel birliktelikler var. Ona hiç itirazım yok. Ama ben kendi mezhebim, ailemin, babamın tavrı olarak içime işlemiştir. Kabul edemem.
- Bir de sizin çok kıskançsınız siz değil mi?
-Doğrudur.
-Şimdi bu kadar genç biriyle evlenince bu hassasiyetiniz arttı mı?
-Hayır hayır hassasiyetim artmadı. Henüz onu o kadar da kıskanmıyorum. Yıllar ister kıskanmak için. Öyle çabuk kıskanmaz insan. Kıskanmaya başlamak için, ilişkinizin sünmeye başlaması gerekir. Yani bir şeylerin eskisi gibi olmadığını, azaldığını, görmüş olduğunuz tepkinin eskisine benzemediğini filan hissetmeye başladığınız anda acaba mı demeye başlarsınız. Henüz onu demeye daha çok erken. İnşallah da olmaz.
-Her ikinizin de çok mu cesursunuz?
-Bunun tersi olduğu zaman kimse bir şey söylemiyor ama. İnsan hayata her an bir yerinden tutunur ve de eğer istiyorsa bir şeyi mutlaka yapması gerekir diye düşünüyorum. Bunun hele evlilikle taçlandırılmışsa. Belli ki siz ciddisiniz. Bir duygusal bağınız var. Karşıdan da o ilgiyi görüyorsunuz, o şekilde devam ediyor.
-Tutku evliliği mi bu?
-Hayır, tutku denemez tabii ki. Bir mantığı olmadığı da ortada. Ama bu benim, hiç kuşkusuzda onun aynı zamanda karşısındakini insan olarak, bir beyin olarak gördüğünün bir kanıtıdır diye düşünüyorum. Yani burada yaşın, mesleğin ya da yapılan işin bir önemi olduğunu hiç zannetmiyorum.
-Konya'da mı tanışmıştınız?
-Nasıl tanıştığımıza girmiyoruz.
-Sizinle bir röportaj vesilesiyle mi karşılaştınız?
-Girmeyelim.
-Onun sizin o sert kabuğunuzun altında gördüğü şey nedir?
-Benim şiir, müzik gibi materyalist dünyadan uzak bir takım duygusal şeylere olan merakımı pek fazla kimse bilmez. Bu ilişkide benim kafamda aynı zamanda romantizme de bir parça yer ayırmış olduğumu fark etti. Bunu kimse fark etmemişti.
-Ona şiirler yazmış olduğunuz için mi fark etti?
-Hayır, onun yazdığı şiirleri tasvip ederek veya anlayarak, daha doğrusu onun içinde ifade ettiği şeyi anlamış olmam zaten benim bunlara meraklı olduğumu ortaya çıkardı.
-Size yönelik şiirler miydi bunlar?
-Hayır hayır, hiç. Hatta çok eski yıllarına ait şiirlerdi. Belki ilk gençlik yıllarına ait şiirlerdi. Orada ben çok saf, çok naif, çok hoş unsurlar yakaladım. Benim şiirden hoşlandığımı, anladığımı ve onlara pozitif bir tepki verdiğimi gördü.
-Belki de o zaman aşık oldu size.
-Bu olabilir. Kendi iç dünyasını anlayabildiğimi fark etti. Bu sertliğime rağmen. Yani herhalde hiç beklenmedik bir şeydi bu onun için.
-Belki de bir vahaydı o sizin için. Çünkü o kadar sert ki yaşamınız ve uğraştığınız şeyler, burada bir naif kişilik buldunuz ve size bir nefes aldırdı.
-Kesin, kesin. Nefes aldırdığı muhakkak. Bütün bu zor hayatın içerisinde aslında hayatın başka gerçekleri de olduğunu, yani bir yerde bir göl kıyısında güneş batışı seyretmenin de aslında bir anlamı olduğunu fark ettim. Böyle bir şey yoktu benim hayatımda. Gideyim de birisiyle bir suyun kenarında oturayım da o suya bakayım.
-Niye eski eşinizle bu olamadı?
-Olmuştur. Ama sonra olmuyor. Onu kaybediyorsunuz. Ve zannediyorsunuz ki o ihtiyacım yok artık. Çünkü o romantizmi hissetmiyorsunuz artık. Birlikte duygu yüklü bir müzik dinlemeye ihtiyaç hissetmiyorsunuz. Ama sonra bu birdenbire karşınıza çıktığı zaman artık diyorsunuz ki demek ki hayatın bu tarafı da varmış. Güzelmiş meğerse. Ben onları hiç yapmamışım. Yapabilirmişim aslında diyorsunuz.
-Şöyle bir duyguda var mı içinde? Ya helal olsun bana, 23 yaş küçük bir adamla evlendim. Bana da böylesi yakışırdı. Bu bir başarı hikayesi.
-Yok yok. Öyle bir şey olamaz. Neden olamaz? Benim mesleğim erkeklerle giden bir meslektir. Bu sektörde çok erkek çalışıyor. Ve dünyanın her yerinde de değişik ortamlarda hep erkeklerle beraber olmak zorunda kaldım. Ve de eğer iltifatsa her yaşta erkek bana iltifat etmiştir, hiç çekinmeden. Hele yaşlandıkça daha çok etmiştir. Çünkü kendinden daha büyük bir kadına iltifat etmek erkekleri o kadar rahatsız etmiyor. Çünkü siz çok rahatsınız. Dolayısıyla ben bunu ilk defa birinden duymuş değilim. Bunu defalarca insanlar dile getirmişlerdir. Aa hiç yaşınızı göstermiyorsunuz filan falan. Bak o da bu yaşta, siz de bu yaştasınız filan. Yani bu benim ilk defa karşılaştığım bir olay olmadığı için öylesine bir etkisi de yok. Aslında büyük ölçüde genetik bir hadisedir. Annem de göstermezdi yaşını. Anneannem de göstermezdi. Babam da.
-Bir estetik müdahaleniz var mı?
-Hayır, hiç yok. Şurada bir iki çizgi var. Botoks yaptırsam mı diye devamlı gider gelir kafamda.
-Bundan sonrası için belki düşünürsünüz.
-Yok, zannetmiyorum. Öyle bir hissim olursa eğer bu iş yürümüyor derim ben kafamda. Demek ki o zaman benim güzelliğime bakmış derim. Ve sinirlenirim.
-Bir de çocuk konusu var tabii.
-Benim kızım 72 yılında doğdu. Doğduktan yedi yıl sonra yeniden bir çocuk sahibi olalım diye düşünmüştük. Hamile kalmıştım. Bir 3 Ağustos günü erken doğum yaptım. Ve de erkek çocuk kaybettik. Tekrar hamile kaldım. Ertesi sene yeniden bir 3 Ağustos günü aynı şekilde yine bir erkek çocuk erken doğum yaptım, onu da kaybettik. Şimdi benim hayatımda kadın olarak baktığınız zaman iki tane büyük acı var. Bir daha zaten bunu denemiyorsunuz. Diyorsunuz ki, Allah bu kadar istedi. Bir torunum var, erkek çocuk. Tamam, budur diyorsunuz. Bir yerde sınırları zorlamamak gerekir. Bir yere kadar gelirsiniz, denersiniz, olmuyorsa demek ki bunun sonu hayırlı değil dersiniz.
-Ama şimdi zaten isteseniz de geç değil mi?
-Aa öyle demeyin. İlla ki sizin doğurmanız şart değil. Bir kimsesiz çocuğu yuva sahibi edebilirsiniz. Ama ben çocuk sevgimin yeterince doyumunu aldım diye düşünüyorum.
-Hüseyin bey?
-Onun da kendi iki oğlu var, önceki evliliğinden. İlle de bir kız çocuğu diye düşünürse bilmiyorum artık. İsteyeceğini zannetmiyorum. Ama ikimizin de geçmişi bu açıdan yeterince doyurmuştur diye düşünüyorum.
-Mistik yanınız var mıdır?
-Çok. Çok uzun yıllardır belirli ihtiyaçlarımı doyurmak için belirli tipte müzik dinlerim. Sufiden tutun da değişik meditasyon müziklerine kadar, böyle insanı bir yerde daha farklı bir boyuta taşıyabilecek müzikleri dinlerim. Bu sürede tek başıma olmayı isterim. Yalnız kalmak istediğim dönemler olur. Bir gün, iki gün hiç kimseyi görmek istemediğimde, bu ihtiyaçtandır. Orada artık yeryüzünde olmama duygusu vardır. Bu bedenden ayrılabilmeyi, bedenin yok olmasını hissediyorum. Kendimi ondan sonra daha iyi çalışabilir, daha iyi düşünebilir bir konumda buluyorum. Beynimi kendi kendime boşaltabilmenin bir yolu olarak görüyorum.
-İyi bir müslümanım demiştiniz. Bu çerçevede insanın bu dünyada varlık sebebini nasıl açıklıyorsunuz?
-Ben genel olarak insanlığın değil, çok daha mikro düzeyde ben neden varım, niye yaşıyorum diye düşünürüm. Bir şeylere fark yaratabilmek, bir şeyleri değiştirebilmek için diye cevap veriyorum buna. Başka insanların hayatlarında çok ciddi farklar yaratabildiğimi biliyorum. Onlarla olan konuşmalarım onları farklı bir yere getirebilmiştir. Hatırlanan cümlelerim vardır. Otuz yıl sonra, kırk yıl sonra dahi. Başka insanların da hayatına yön verebilmiş biri olarak görüyorum kendimi.
-Varlığın görünmeyen boyutuna ilişkin ne düşünüyorsunuz?
-Ölümsüzlüğe inanıyorum. DNA gibi üniversal yani tüm canlılarda tekrarlanan bir molekülümüz var, bizi biz yapan. Ama bütün canlılarda bitkiden hayvana herkeste bu DNA var. Bu insan aklıyla çözülemeyecek bir molekül. Yani bunu sizin yeniden yapmanız mümkün değil. O kadar değerli bir malzeme ki bunun insan ölümüyle birlikte yok olmayacağına inanıyorum. DNA molekülü dahi biz öldükten sonra bir takım işlere yarıyor. Bir böcek bunu yutuyor ya da bir bitkinin kökü bunu alıyor. Dolayısıyla ben ölümsüzüm diyorum. Çünkü benim varlığım DNA'dır. Şu görünüşümü yapan odur, sesimin tonunu yapan odur. Bu devam ediyor. Dolayısıyla bir varlık olarak devam etmediğimizi, aslında sürekli bir yaşamın benden çok çok öncelerden sonsuza kadar gideceğini ve yok olmayacağına inanıyorum. Benim yaratılışımdaki, varlığımdaki molekül, eğer parçacık halinde dahi olsa yok olmayacaksa eğer, ben hala yaşıyorum, bir şekilde varım. Şimdi bu şekildeyim. Yarın bir bitkinim içindeyim diye görüyorum.
-Reenkarnasyondan bahsetmiyorsunuz değil mi?
-Hayır, reenkarnasyon değil bu. Reenkarnasyon bir varlığın yeniden yaratılması, başka bir varlık olarak ortaya çıkması demek. Ben beni yapan yapı taşlarının bu evrende dağılacağını ve de her tarafta olduğunu söylüyorum. Yani aslında herkesin her tarafta olduğuna ve bundan önce yeryüzündeki tüm insanların aslında bizim içimizde olduğuna, bir bütün olduğumuza inanıyorum. O nedenle de insanlar aslında birbirinin bütünleyicisi. Hepimiz biriz dediğim zaman ben bunu anlıyorum. Benim içimdeki DNA'nın içindeki bir aminoasit diyelim ki ortaçağdaki birinin içindeydi aynı zamanda
-Ahiret inancınız var mı?
-Evet, var. İyilik yapmanın önemli olduğuna inanıyorum. Temel düsturlarımdan bir tanesi bu. İyi bir insan olacağım diye çıktım yola. Kimse ile ilgili kötülük yapmayı düşünmedim. Yapmadım. Onu rahatsız edecek, incitecek, halel getirecek hiçbir şey yapmadım hayatımda. Ve buna hakikaten bütün gönlümce riayet ettim. Kötülük aklıma gelmiyor. Yani şunu şöyle yapayımda ayağını kaydırayım, şunun notunu kırıvereyim.
-Veya meslektaşlarımı ihbar edeyim!
-Bu dünya görüşüm içinde hakikaten karıncayı dahi incitmekten çekinen birisi olarak kendi meslektaşlarımın aleyhine böyle bir şey yapmış olmakla suçlanmak bana başka türlü bir acı veriyor. Hesap vereceğimize inanıyorum. Bu hesap vermenin gerekliliklerin tamamını yerine getirmediğimi de biliyorum. Ben iyi bir Müslümanım dediğim zaman bir kere konunun bütün boyutunu iyi biliyorum. Diğer dinleri de biliyorum. Mukayese ettiğim zaman zaten hiçbir biçimde başka dine mensup olabilmenin mümkün olamadığını da görüyorum. Bu söz konusu bile olamaz. En iyisi, en doğrusu budur diyorum. Eğer biri inanacaksa zaten bundan başka yolunun olmadığını da görüyorum.
-Sur üflenecek. Herkes mezarlarından kalkacak gibi bir resim var mı kafanızda?
-Evet. Bunu nasıl görselleştirdiğiniz yine kendi beyninizde olan bir şey. Ama günün birinde bu olacak. Onun için ben iyilik yapayım demiyorum. En ufak bir biçimde ya hesap veremezsem diyerekten bir kaygıyla yapmadığım şeyler yok. Böyle yaratılmışım diye görüyorum.
-Peki bir Allah aşkı kavramı var mı gönlünüzde?
-Her iyi fen bilimci günün birinde, izah edemediği bir şeyle karşılaşır. Önce gençken, az bilirken her şey olabilir diye bakarsınız. Olabilir, ben de yaparım. İki tüp, bilmem ne alır, bunu da yaparım. Her şey olabilir diye bakarsınız. Bilginiz ilerledikçe hele kainatı global anlamda ve bütün işte diğer gezegenlerde olanları, olan biteni, bu dengeyi, bu üzerinde bulunduğumuz gezegendeki değişik bildiğiniz canlıların yapılarını, bir kelebeğin kanadındaki bir sarı rengin dahi, bir lekenin dahi aslında bir işe yaradığını görmeye başladığınız zaman koparsınız artık. Burada başka bir şey var demeye başlarsınız. Her iyi fen bilimcinin sonunda geldiği nokta Allah'dır.
-Bunun başka izahı yok mudur sizin için?
-Bunun izahı yok yani başka türlü. Ve de hayran kalırsınız. Okudukça, öğrendikçe hayran kalırsınız. Ve teslim olursunuz. Budur sizi götürecek. Onun için inançlı insanlar için okumanın şart olduğunu, hele ki fen bilimleri okumanın şart olduğunu hep söylüyorum. Çünkü bir kuşun gagasının neden öyle kıvrık olup da böyle kıvrık olmadığını anladığınız zaman, ne işe yaradığını anladığınız zaman hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını ve her şeyin bir sebebi olduğunu gördüğünüzde işte o zaman akan sular durur.
Ne zamandır böyle düşünüyorsunuz?
-Son on senedir. Çünkü işimi ancak son on senedir çok iyi bildiğime inanıyorum. Biyokimyadır benim şey yaptığım. Biyokimyayı ancak ellili yaşlarda iyi bilir hale gelirsiniz. Daha önce gelemezsiniz.
-Sizin için şöyle bir başlık atsam doğru olur mu? Ben Allah'a aşığım.
-Elbette. Ama bu her türlü dini vecibeyi yerine getir demek değil. Allah'a aşığım doğru bir tanımlama. Gerçekten bir noktada hakikaten kafanızın durduğu ve vay anasına dediğiniz bir nokta oluyor. Bunu demeden önce geldiğiniz kültür, yaşam biçimi, içinde bulunduğunuz kuşak, arkadaşlarınız vesaire farklı. Daha çok ateizme giden insanların içinden geliyorsunuz. Yani benim yaşımdaki insanlar, o 68 kuşağı genellikle materyalisttir. Uhrevi şeyleri lüzumsuz gören, bunlarla vakit kaybetmenin anlamsızlığına inanan... Şimdi buradan böyle geldiğiniz zaman size hiçbir biçimde herhangi bir şey empoze edilmeden geldiğiniz için çok önemli.
-Ailede yok muydu bu konular?
-Hayır, hiç konuşulmazdı.
-Ateist miydi babanız?
-Hayır, değildi. Ama uygulayan bir dindar değildi. İcapların bir bölümünü o da yerine getirmiştir. Yani bunun pratiğinden ziyade fikri boyutu önemliydi. Annem ateistti diyebilirim. Din bizim evimizde bir konu değildi. Belki kağıt üstünde babamın Müslüman, annemin Yahudi olmasından kaynaklanan bir durum. Kimse bir şey bilmezdi. Müslümanlık daha çok bilinirdi ama babaannem sayesinde. Ama öbür tarafın hiçbir bilgisi yoktu. Bunların bayramı ne zamandır, ne yapılır.
-Yahudi bayramlarını da kutlamazdınız yani.
-Kutlamıyorduk, yok. Annem Müslüman mezarlığına gömüldüğü için Müslüman oldu diyorum. Yoksa başka en ufak bir şeyi olduğunu ben görmedim. Müslümanlığı kâğıt üstündeydi.
-"Bu durum bana zaman kaybettirdi" diye düşünür müsünüz?
-Hayır, ben düşünmüyorum onu. Çünkü bu şekilde kendi kendine bir yere varmış olmanın tadını çıkarmaktayım şu anda. Ve bence bu çok önemli. Hiçbir şey dogmatik değil. Hiçbir şey size öğretilmiş değil. Siz adım adım kâinatın düzenini gördüğünüz zaman hele bir dur diyorsunuz. Bence bundan daha önemli bir şey olamaz. Ama bu ancak bu konuyu okuyan insanların başına gelebilecek bir şeydir. Ben eğer bir tarihçi olsaydım mesela hiçbir şey ifade etmeyecekti benim eğitimim. Tesadüf eseri içinden geçtiğim meslek eğitimi beni bu noktaya getirdi. Ben bir edebiyatçı olsaydım, matematikçi olsaydım zaten bu noktaya gelemezdim.
-Öyleyse içinizde bir şükür duygusu olmalı.
-Var. Herkesçe de bilinen, her zamanda gülünen bir şükür duygusu. Ben bir bardak su içerim çok şükür derim. Bir lokma ekmek yerim çok şükür derim. Çok şükür sağlığım yerinde derim. Çok şükür aklım çalışıyor, elim titremiyor derim. Hakikaten bütün bunların bir hediye olduğuna inanırım. Ve de hakikaten şükrederim. Çok küçük yaşlardan beri dua bilirim. Babaannemin sayesinde icap eden her şeyi bilirim. Fakat şükretmenin ötesinde yapılabilecek olan şeyleri elbette bu evliliğimle yakalamış durumdayım. Tabii ki burada çok ciddi bir katkısı var.
MÜTEDEYYİN BİR AİLEYE GELİN GİRMEK BÜYÜK ŞANS
-Onlar daha dindar bir aile mi?
-Evet. Gerçek mütedeyyin insanlar. Bu kadar mütedeyyin insanların arasında bu kadar yakinen bulunma şansım olmamıştı daha önce. Bunu bir şans olarak görüyorum. O nedenle de Konya'ya çok isteyerek gidiyorum. O şehrin havasında bir şey var. Seviyorum açıkçası.
-Eşinizde mi mütedeyyin biri?
-Evet. Dolayısıyla bunu bir zenginleşme olarak görüyorum. Böyle bir insanla hayatımın kesişmiş olmasını buna bir katkı olarak görüyorum. Hayatımda ilk defada oruç tuttum bu sene. Ramazan içinde evlendik çünkü. Gelinen noktada biri elinizden tutuyor, öyle görüyorum.
-Eşiniz Allah'ın bir hediyesi yani.
-Evet, öyle görüyorum. Böyle mütedeyyin bir aileye girmek, hiç hesapta olmayan bir şeydi.
BİRİNİ ÖLDÜRMEK İSTESEM...
-İnsanın karanlık yönüne dair öğrendiğiniz en önemli şey ne?
-Her insanın katil olabileceği. Her insan içinde birini öldürebilecek kadar şiddet ve öfke içerir. Nitekim bütün kıtaları kapsayan çok geniş bir araştırma var. Bu araştırmada insanlara hiç hayatınızda birini öldürmeyi düşündünüz mü diye sorulduğunda hiçbir etnik köken, ırk vesaire fark etmeksizin bütün toplumlarda buna evet diyen insanlar var.
-Siz de evet diyor musunuz?
-Hayır. Allah'ından bulsun dediğim çok olmuştur ama. Yani bir nevi birine havale ediyorum bu vazifeyi.(ZAMAN)
-Sizin için, "yarı erkek, yarı kadın" dendiğinde ne hissediyorsunuz?
-Ben kendimi cinsiyetsiz hissediyorum. Böyle bir ayrımı kabul etmiyorum. Herkesi beyin olarak görüyorum ben. Mesela şimdi birbirimizden ayrıldığımızda ne vardı üstünde diye sorsalar sizinle ilgili olarak renkli bir deri ceket diyebilirim ancak.
-Ama cinsiyetsizim demek başka anlamları da içerir.
-Şöyle. Sadece söylediklerimin dinlenmesini istiyorum. Onun dışında diğer özelliklerimin ve unsurlarımın dikkat çekmemesini istiyorum. Ve çektiği zaman da bu beni yaralıyor.
-Hoş bir kadınsınız iltifatı sizi neden yaralıyor, anlamak mümkün değil.
-Tamam hoş bir kadın. Ama bir gün de söylediğim bir şeyin ne kadar önemli olduğu konuşulsun. Yıllardır söylediğim birçok şey Türkiye'de yapılmış olsaydı eğer, mesela bir DNA bankası olsaydı Türkiye'nin çehresi değişirdi.
-Olmamasının nedeni siyasi mi?
-Orada yine cehalet var. Anlayamıyorlar nereye götürür bu fikir. Efendim hepimizi fişleyecekler! Reaksiyon bu. Bizi fişleyecekler diyenler hepten cahil. Bunu savunamayanlar da cahil. Bakın bunu çok açıkça söylüyorum. Bu olmazsa olmaz. Suçla mücadele etmek istiyorsanız bir DNA bankanız olmamalı. Kayıplarınız varsa eğer bir ülkede, aydınlatılamamış cinayetleriniz varsa, faili meçhulleriniz varsa, bunayanlarınız varsa, küçük çocuklarınız varsa kaybolan, bunun tek çaresi DNA bankasıdır. DNA bankanız yok ise seri katilim yok diyemezsiniz.
-Mesele bankanın İçişleri Bakanlığına mı, Adalet Bakanlığına mı bağlı olacağında mı düğümleniyor?
-Evet, oraya tıkandı kaldı. Çünkü bunun kontrolünün kimde ise bir güç getireceği zannı var.
Bazı ülkelerde İçişleri'ne bağlı, bazı ülkelerde Adalet Bakanlığına bağlı.
-Fark eder mi size göre?
-Etmez. Bu öyle bir organizasyondur ki muazzam güvenlik önlemi alırsınız. O bankada muhafaza edilende zaten şey biyolojik örnek değildir. Yani kan, tükürük filan muhafaza etmiyorsunuz. Sadece barkot, yani o marketlerde gördüğünüz o çizgi çizgi bir etiketin sayıları sadece.
-Peki buna başbakan karar veremiyor mu?
- İstese verirdi. Ama Avrupa Birliği süreci içerisinde bu zaten yapılmak zorunda. Başka türlü olamaz. DNA bankası için elimizde her türlü teknik olanak ve insan gücü var. DNA bankası size olayları birbirine bağlamayı getirir. Şurada bir otomobil çalınmışsa, öbür tarafta şu adamı yaralayan biri varsa, bu yaralayan aynı zamanda bu otomobili de çaldı diyebilirsiniz. Şu anda Türkiye'de aydınlatamadığınız olaylar bir milyon kadardır. Bunun içinde küçücük bir kısmı cinayetler. Ama çok büyük bir kısmı adi suçlar. Siz bunu bulmak istemez misiniz? Yani bir ülke olarak her olayı aydınlatabilen, olabildiğince çok insanı mağduriyetten koruyan bir devlet olmak istemez misiniz? Niçin insanlar evine hırsız girdi, ama bulamadılar. Belki de polisler hırsızlarla ortak lafını etsinler sizin için.
-Bunun çaresi DNA bankası mı?
-Evet. Bakın, İngiltere bugün haftada sadece beş yüz kadar olayı DNA bankası sayesinde elini kımıldatmadan çözüyor. Çünkü diyor ki, ben kırmızı ışıkta durmadan geçenin de ben DNA'sını alırım kardeşim. Niye geçiyor kırmızıda? Bugün bunu yapan yarın bana bilmem ne de yapar diyor. Bu çok önyargılı bir yaklaşım olabilir. Ama bu sayede o kırmızı ışıkta geçen adamın daha önce bilmem nerede bir kadına saldırdığını, bu sayede buluyor. Bir tecavüzü böyle aydınlatabiliyor. Bundan korkmanın bir anlamı yok. Zaten dünya gelecekte her bireyinin DNA'sını bir yerde bankalayacak. Bunun önünde kimse duramayacak.
-DNA bankası yasası çıkmıyor ama.
-Yasa tasarısı hazırlığı var. Tasarının en önemli olan unsurları, kimden alınacak, suçsuz çıkarsa ne yapılacak, suçlu çıkarsa ne kadar kalacak bu bilgi bankada, gibi teknik, ama çok önemli hususlar. Bunları tartışmak yerine banka hangi bakanlığın kontrolünde olacak gibi bir açmaza girildi. Bazı ülkeler irili ufaklı her suç tipinde DNA alıyor ve sonsuza kadar muhafaza ediyor o bilgiyi. Yani silmiyor bankadan. Şu anda mesela Türk Ceza Kanunu'nun Ceza Muhakemesi Usulü Kanununa göre işlenen suçun cezası iki yıl ve daha fazla hapis cezası olduğu takdirde DNA alabiliyorsunuz. Bu sürenin aşağı inmesi lazım. Mesela sokaktaki köpeğe işkence eden, orasını burasını kesen birisinin DNA'sını ben bankalarım. Bugün onu kesen yarın beni kesecek. Açıkça ortada.
-Mecbur muyuz ya içişleri ya adalet demeye. Tamamen özerk bir kurum olamaz mı?
-Tabii olabilir. Şöyle bir durum var. DNA analizi çeşitli şekillerde yapılabilir. Kimisi şu bölgeyi, kimisi bu bölgeyi inceler. Kendi olayını çözer ama daha sonraki başka bir olaya yaramaz bu bilgi. Onun için bu yöntemin standardize edilmesi lazım. Yani bu laboratuarlar resmi de olsa, özel de olsa bunun kontrolünün, kalite güvencesinin sağlanması gerekiyor.
Mesela en önemli şeylerden biri, mahkûm tahliye etmeden önce DNA'sını alabilmektir. Çünkü maalesef bir kere suç işleyenin tekrar suç işleme ihtimali çok yüksektir. Bunu yapmak on binler, yüz binler gibi rakamlara getiriyor sizi ki buna rutin içerisinde ne polis kriminal, ne adli tıp kurumunun biyoloji dairesi yetişemez. Bütün dünya bu noktada ihaleyle özel laboratuarlara bu işleri vermeye başlıyor. Hatta İngiltere'de olay yeri incelemeye dahi özel ekipler göndermeleri mümkün. Hal böyle olunca devlet bunu kontrol edebilir iyi çalışıyorlar mı, çalışmıyorlar mı? Bakın resmi hastanelerin yanında bir sürü iyi iş yapan özel hastaneler var. Niye onları kabul ediyoruz? Çünkü iyi iş yapıyorlar, kontrol ediyoruz. Burada da iyi iş yapıldığını kontrol edip bu işleri dağıtmak mümkün.
BENİM ADIM HAFİZE HİKMET SEVİL ATASOY EKİNCİ
-Şu cinsiyet meselesine dönelim. Birisi sizi kadın gibi görsün istemiyorsunuz. İltifattan hoşlanmıyorsunuz. Peki yeni eşiniz size hiç mi iltifat etmedi? Onun iltifatlarından rahatsız mı oldunuz? O sizi kadın olarak görmedi mi? Sizi cinsiyetsiz olarak gördüğü için mi ona evet dediniz?
- Tabii ki insan kendine bakmalı. Kadın olsun, erkek olsun diğer insanların gözünü rahatsız etmeyecek şekilde olmalı. Ben en önemli faktör olarak ancak güler yüzlüleri, pozitif enerji saçanları işe almışımdır. Temiz, pak ve bakımlı olmasını her zaman için yeğlemişimdir. Dolayısıyla kendim de bunlara dikkat ettim. Modayı takip etmem. Kiloma dikkat ederim. Samimi iltifatları tabii ki pozitif bir motivasyon olarak görürüm.
-Birisi sizi kadın gibi görmeye başlarsa bir anda kızıyorsunuz. Eşiniz sizi kadın gibi görmüyor mu?
- Evlilik hiçbir zaman birinin birini erkek, öbürünün kadın gibi görmesi üzerine oturmaz. Hiç kuşkusuz evlenmeye niyetlendiyseniz onunla aranızda bir fikri iletişim de vardır. Karşılıklı oturup konuşabilmek bir artı değer katıyor.
-Bundan evvelki eşinizle otuz yıl beraberdiniz değil mi?
-Evet. Her ilişki farklıdır. Birlikte olduğunuz insanların her birinden farklı değerler alabilirsiniz. Uzun soluklu birliktelikleriniz her zaman sizi bir yere taşımayabilir. Bir noktada başka bir şeye de ihtiyacınız olduğunu düşünebilirsiniz. Fikri bazda başka birisiyle beraber olmayı da tercih edebilirsiniz.
-Siz 2008'de mi boşanmıştınız?
-Evet. Şimdi aldığım haberlere göre kendisi de biriyle evlenmek üzere. Bu da beni çok mutlu ediyor, seviniyorum gerçekten. İnşallah hayırlısı olur onun için. Ortak bir kızımız var, ortak bir torunumuz var. Böyle ben her şeyin iyi gitmesini isteyen bir insanım.
-Hep böyle sert kadın imajı veriyorsunuz. Kimsenin omzunda ağlamam. Kimse benden zeki olmaz. Kimseyle sorunumu paylaşmam gibi bu laflar ediyorsunuz.
-Doğrudur.
-Yeni eşiniz Hüseyin Bey sizin bu yönlerinizi yumuşattı mı?
-Henüz sayılmaz. Bunun için daha bir süre gerekir. Beni daha fazla yumuşatmak gibi bir gayret içinde olduğunu zannetmiyorum.
-Her erkek ister ama ona kedi gibi sokulmanızı.
-Yok yok. Öyle bir şeyi herhalde ben hiçbir zaman yapamam. Yani öyle görünmek istemiyorum. Bana sevecenlikle yaklaşılmasını da istemiyorum zaten.
-Niye böyle sevgiyi reddediyormuş gibi bir pozisyon alıyorsunuz?
-Vardır psikolojik nedenleri. Belki birine gidip anlatmam gerekir, bilmiyorum. Ama bu belki yaptığım iş nedeniyle dirençli olmam icap ettiği, çok küçük yaşlardan beri beynime kazınmış olduğundan, çok ciddi sorunlarla karşılaştığım için.
-Tek çocuksunuz, babanız erkek çocuk mu istiyordu acaba?
-Yoo, hayır. Hiç öyle bir şey yok. Tek çocuğum. İkinci bir çocuk istemediler zaten. Çünkü her ikisi de çok yoğun çalışıyordu. O nedenle bana bir erkek çocuk olursa eğer konulabilecek ismi de koydular. Benim bir adım Hikmet'tir. Babamın babasının adıdır. Bir ön adım da Hafize'dir. O da babamın anneannesinin adıdır. Yani konulabilecek bütün isimleri peş peşe koymuşlardır. Yani Hafize Hikmet olarak hayatıma başlamış bir insanım.
-Sevil?
-Sevil'i doğumdan sonra hastaneden çıktıktan bir ay sonra eklemişler.
-Yani tam adınız şu anda Hafize Hikmet Sevil Atasoy Ekinci.
-Doğrudur.
-Peki ben herkesten daha zekiyim sözünüz yeni eşinizi incitmiş olabilir mi?
-Oradaki soru şuydu: Neden bir dostunuz yok? Veyahut ta bir arkadaşınız?
-Kimsenin benden zeki olamayacağını düşünüyorum diyorsunuz siz de.
-Şimdi şöyle. Tabii orada bir evlilik meselesinden ziyade, dertlerinizi paylaştığınız bir arkadaş bağlamındadır o soru. Nitekim bir tek arkadaşımla dahi ben kendi özel hayatımı hiçbir şekilde paylaşmam, derdimi de anlatmam. Daha önceki evliliğimde de her şeyimi tabii ki eşimle paylaştım. Ama öyle pek kolay kolay ağlamam. Bir haksızlığa maruz kalıp çözümü bulamadığınız zaman ağlarsınız. Çaresizlikten. Ona bir çözüm üretmeye çalışmışımdır hep. Ağlanacak şeylerle elbette karşılaşırsınız hayatta. Ama ağlamadan önce acaba bunu nasıl halledebilirim diye düşünmeniz gerekir. Bence ağlamak hakikaten bir zayıflıktır.
-İhtiyaçtır ağlamak.
-Ne olacak peki? Ölünün arkasından ağlarım, kaybın arkasından ağlarım. Keşke annem şimdi burada olsaydı diye ağlarım. Şimdi de sesim titriyor mesela. Ama o kadar.
-Karşımdaki erkeğin vahşet, şiddet, cinayet ve zeka oyunlarıyla hiç alakası yoksa benim de onunla alakam olmaz diyorsunuz. Şu anki eşinizin bunlarla alakası var mı?
-Var, şöyle. Gazetecilikten geliyor zaten kendisi. Ve de tabii ki her gazeteci gibi adli olaylarında arkasında ne var, ne yok diye elbette merak eden birisi. Çok iyi bir gözlemci, iyi bir Kanıt izleyicisi. Ve de polisiye meraklısı. Dolayısıyla hakikaten benim yaptığım işe meraklı olmayan bir insanla da nasıl hayat geçer bilemem.
HENÜZ GENÇ EŞİMİ KISKANMAYA BAŞLAMADIM
-Gazetecilik yapıyor mu şu anda?
-Evet.
-Konya'da mı?
-Değişik şekillerde, işte biraz orada, biraz burada. Yani farklı bir boyut üzerinde, bir internet gazeteciliği vardı şimdi. Başka bir platformda devam etmek istiyoruz.
-Neden Konya'da oturmayı tercih ettiğinizi sorabilir miyim?
-Güzel yer orası. Buradaki evimizi kapamadık, benim kendi evimi. Fakat orada bir evimiz var. Onun ailesi orada. Ben de kendimi Konya'da iyi hissediyorum. Çok izleyicim var. Çok enteresan, İstanbul'da görmediğim büyük yakınlığı Konya halkından görüyorum. Yani sokağa çıktığım zaman bir sürü genç kız size geliyor, beraber fotoğraf çektirmek istiyor, konuşuyor.
-Birlikteliğinize dair de soru soruyorlar mı?
-Yok, hiç kimsenin bir sorusu. Zaten sorulacak bir şey de yok. İnsan hayatının her döneminde birisiyle evlenebilir. Evlenmek gerektiğini düşünen birisiyim ben. Evlenmeden bir ilişki yaşamam.
-Bu muhafazakar yönünüzü mü ortaya koymuş oluyor?
-Evet. Ben bunu doğru bulmuyorum. Evlenmeden çok güzel birliktelikler var. Ona hiç itirazım yok. Ama ben kendi mezhebim, ailemin, babamın tavrı olarak içime işlemiştir. Kabul edemem.
- Bir de sizin çok kıskançsınız siz değil mi?
-Doğrudur.
-Şimdi bu kadar genç biriyle evlenince bu hassasiyetiniz arttı mı?
-Hayır hayır hassasiyetim artmadı. Henüz onu o kadar da kıskanmıyorum. Yıllar ister kıskanmak için. Öyle çabuk kıskanmaz insan. Kıskanmaya başlamak için, ilişkinizin sünmeye başlaması gerekir. Yani bir şeylerin eskisi gibi olmadığını, azaldığını, görmüş olduğunuz tepkinin eskisine benzemediğini filan hissetmeye başladığınız anda acaba mı demeye başlarsınız. Henüz onu demeye daha çok erken. İnşallah da olmaz.
-Her ikinizin de çok mu cesursunuz?
-Bunun tersi olduğu zaman kimse bir şey söylemiyor ama. İnsan hayata her an bir yerinden tutunur ve de eğer istiyorsa bir şeyi mutlaka yapması gerekir diye düşünüyorum. Bunun hele evlilikle taçlandırılmışsa. Belli ki siz ciddisiniz. Bir duygusal bağınız var. Karşıdan da o ilgiyi görüyorsunuz, o şekilde devam ediyor.
-Tutku evliliği mi bu?
-Hayır, tutku denemez tabii ki. Bir mantığı olmadığı da ortada. Ama bu benim, hiç kuşkusuzda onun aynı zamanda karşısındakini insan olarak, bir beyin olarak gördüğünün bir kanıtıdır diye düşünüyorum. Yani burada yaşın, mesleğin ya da yapılan işin bir önemi olduğunu hiç zannetmiyorum.
-Konya'da mı tanışmıştınız?
-Nasıl tanıştığımıza girmiyoruz.
-Sizinle bir röportaj vesilesiyle mi karşılaştınız?
-Girmeyelim.
-Onun sizin o sert kabuğunuzun altında gördüğü şey nedir?
-Benim şiir, müzik gibi materyalist dünyadan uzak bir takım duygusal şeylere olan merakımı pek fazla kimse bilmez. Bu ilişkide benim kafamda aynı zamanda romantizme de bir parça yer ayırmış olduğumu fark etti. Bunu kimse fark etmemişti.
-Ona şiirler yazmış olduğunuz için mi fark etti?
-Hayır, onun yazdığı şiirleri tasvip ederek veya anlayarak, daha doğrusu onun içinde ifade ettiği şeyi anlamış olmam zaten benim bunlara meraklı olduğumu ortaya çıkardı.
-Size yönelik şiirler miydi bunlar?
-Hayır hayır, hiç. Hatta çok eski yıllarına ait şiirlerdi. Belki ilk gençlik yıllarına ait şiirlerdi. Orada ben çok saf, çok naif, çok hoş unsurlar yakaladım. Benim şiirden hoşlandığımı, anladığımı ve onlara pozitif bir tepki verdiğimi gördü.
-Belki de o zaman aşık oldu size.
-Bu olabilir. Kendi iç dünyasını anlayabildiğimi fark etti. Bu sertliğime rağmen. Yani herhalde hiç beklenmedik bir şeydi bu onun için.
-Belki de bir vahaydı o sizin için. Çünkü o kadar sert ki yaşamınız ve uğraştığınız şeyler, burada bir naif kişilik buldunuz ve size bir nefes aldırdı.
-Kesin, kesin. Nefes aldırdığı muhakkak. Bütün bu zor hayatın içerisinde aslında hayatın başka gerçekleri de olduğunu, yani bir yerde bir göl kıyısında güneş batışı seyretmenin de aslında bir anlamı olduğunu fark ettim. Böyle bir şey yoktu benim hayatımda. Gideyim de birisiyle bir suyun kenarında oturayım da o suya bakayım.
-Niye eski eşinizle bu olamadı?
-Olmuştur. Ama sonra olmuyor. Onu kaybediyorsunuz. Ve zannediyorsunuz ki o ihtiyacım yok artık. Çünkü o romantizmi hissetmiyorsunuz artık. Birlikte duygu yüklü bir müzik dinlemeye ihtiyaç hissetmiyorsunuz. Ama sonra bu birdenbire karşınıza çıktığı zaman artık diyorsunuz ki demek ki hayatın bu tarafı da varmış. Güzelmiş meğerse. Ben onları hiç yapmamışım. Yapabilirmişim aslında diyorsunuz.
-Şöyle bir duyguda var mı içinde? Ya helal olsun bana, 23 yaş küçük bir adamla evlendim. Bana da böylesi yakışırdı. Bu bir başarı hikayesi.
-Yok yok. Öyle bir şey olamaz. Neden olamaz? Benim mesleğim erkeklerle giden bir meslektir. Bu sektörde çok erkek çalışıyor. Ve dünyanın her yerinde de değişik ortamlarda hep erkeklerle beraber olmak zorunda kaldım. Ve de eğer iltifatsa her yaşta erkek bana iltifat etmiştir, hiç çekinmeden. Hele yaşlandıkça daha çok etmiştir. Çünkü kendinden daha büyük bir kadına iltifat etmek erkekleri o kadar rahatsız etmiyor. Çünkü siz çok rahatsınız. Dolayısıyla ben bunu ilk defa birinden duymuş değilim. Bunu defalarca insanlar dile getirmişlerdir. Aa hiç yaşınızı göstermiyorsunuz filan falan. Bak o da bu yaşta, siz de bu yaştasınız filan. Yani bu benim ilk defa karşılaştığım bir olay olmadığı için öylesine bir etkisi de yok. Aslında büyük ölçüde genetik bir hadisedir. Annem de göstermezdi yaşını. Anneannem de göstermezdi. Babam da.
-Bir estetik müdahaleniz var mı?
-Hayır, hiç yok. Şurada bir iki çizgi var. Botoks yaptırsam mı diye devamlı gider gelir kafamda.
-Bundan sonrası için belki düşünürsünüz.
-Yok, zannetmiyorum. Öyle bir hissim olursa eğer bu iş yürümüyor derim ben kafamda. Demek ki o zaman benim güzelliğime bakmış derim. Ve sinirlenirim.
-Bir de çocuk konusu var tabii.
-Benim kızım 72 yılında doğdu. Doğduktan yedi yıl sonra yeniden bir çocuk sahibi olalım diye düşünmüştük. Hamile kalmıştım. Bir 3 Ağustos günü erken doğum yaptım. Ve de erkek çocuk kaybettik. Tekrar hamile kaldım. Ertesi sene yeniden bir 3 Ağustos günü aynı şekilde yine bir erkek çocuk erken doğum yaptım, onu da kaybettik. Şimdi benim hayatımda kadın olarak baktığınız zaman iki tane büyük acı var. Bir daha zaten bunu denemiyorsunuz. Diyorsunuz ki, Allah bu kadar istedi. Bir torunum var, erkek çocuk. Tamam, budur diyorsunuz. Bir yerde sınırları zorlamamak gerekir. Bir yere kadar gelirsiniz, denersiniz, olmuyorsa demek ki bunun sonu hayırlı değil dersiniz.
-Ama şimdi zaten isteseniz de geç değil mi?
-Aa öyle demeyin. İlla ki sizin doğurmanız şart değil. Bir kimsesiz çocuğu yuva sahibi edebilirsiniz. Ama ben çocuk sevgimin yeterince doyumunu aldım diye düşünüyorum.
-Hüseyin bey?
-Onun da kendi iki oğlu var, önceki evliliğinden. İlle de bir kız çocuğu diye düşünürse bilmiyorum artık. İsteyeceğini zannetmiyorum. Ama ikimizin de geçmişi bu açıdan yeterince doyurmuştur diye düşünüyorum.
-Mistik yanınız var mıdır?
-Çok. Çok uzun yıllardır belirli ihtiyaçlarımı doyurmak için belirli tipte müzik dinlerim. Sufiden tutun da değişik meditasyon müziklerine kadar, böyle insanı bir yerde daha farklı bir boyuta taşıyabilecek müzikleri dinlerim. Bu sürede tek başıma olmayı isterim. Yalnız kalmak istediğim dönemler olur. Bir gün, iki gün hiç kimseyi görmek istemediğimde, bu ihtiyaçtandır. Orada artık yeryüzünde olmama duygusu vardır. Bu bedenden ayrılabilmeyi, bedenin yok olmasını hissediyorum. Kendimi ondan sonra daha iyi çalışabilir, daha iyi düşünebilir bir konumda buluyorum. Beynimi kendi kendime boşaltabilmenin bir yolu olarak görüyorum.
-İyi bir müslümanım demiştiniz. Bu çerçevede insanın bu dünyada varlık sebebini nasıl açıklıyorsunuz?
-Ben genel olarak insanlığın değil, çok daha mikro düzeyde ben neden varım, niye yaşıyorum diye düşünürüm. Bir şeylere fark yaratabilmek, bir şeyleri değiştirebilmek için diye cevap veriyorum buna. Başka insanların hayatlarında çok ciddi farklar yaratabildiğimi biliyorum. Onlarla olan konuşmalarım onları farklı bir yere getirebilmiştir. Hatırlanan cümlelerim vardır. Otuz yıl sonra, kırk yıl sonra dahi. Başka insanların da hayatına yön verebilmiş biri olarak görüyorum kendimi.
-Varlığın görünmeyen boyutuna ilişkin ne düşünüyorsunuz?
-Ölümsüzlüğe inanıyorum. DNA gibi üniversal yani tüm canlılarda tekrarlanan bir molekülümüz var, bizi biz yapan. Ama bütün canlılarda bitkiden hayvana herkeste bu DNA var. Bu insan aklıyla çözülemeyecek bir molekül. Yani bunu sizin yeniden yapmanız mümkün değil. O kadar değerli bir malzeme ki bunun insan ölümüyle birlikte yok olmayacağına inanıyorum. DNA molekülü dahi biz öldükten sonra bir takım işlere yarıyor. Bir böcek bunu yutuyor ya da bir bitkinin kökü bunu alıyor. Dolayısıyla ben ölümsüzüm diyorum. Çünkü benim varlığım DNA'dır. Şu görünüşümü yapan odur, sesimin tonunu yapan odur. Bu devam ediyor. Dolayısıyla bir varlık olarak devam etmediğimizi, aslında sürekli bir yaşamın benden çok çok öncelerden sonsuza kadar gideceğini ve yok olmayacağına inanıyorum. Benim yaratılışımdaki, varlığımdaki molekül, eğer parçacık halinde dahi olsa yok olmayacaksa eğer, ben hala yaşıyorum, bir şekilde varım. Şimdi bu şekildeyim. Yarın bir bitkinim içindeyim diye görüyorum.
-Reenkarnasyondan bahsetmiyorsunuz değil mi?
-Hayır, reenkarnasyon değil bu. Reenkarnasyon bir varlığın yeniden yaratılması, başka bir varlık olarak ortaya çıkması demek. Ben beni yapan yapı taşlarının bu evrende dağılacağını ve de her tarafta olduğunu söylüyorum. Yani aslında herkesin her tarafta olduğuna ve bundan önce yeryüzündeki tüm insanların aslında bizim içimizde olduğuna, bir bütün olduğumuza inanıyorum. O nedenle de insanlar aslında birbirinin bütünleyicisi. Hepimiz biriz dediğim zaman ben bunu anlıyorum. Benim içimdeki DNA'nın içindeki bir aminoasit diyelim ki ortaçağdaki birinin içindeydi aynı zamanda
-Ahiret inancınız var mı?
-Evet, var. İyilik yapmanın önemli olduğuna inanıyorum. Temel düsturlarımdan bir tanesi bu. İyi bir insan olacağım diye çıktım yola. Kimse ile ilgili kötülük yapmayı düşünmedim. Yapmadım. Onu rahatsız edecek, incitecek, halel getirecek hiçbir şey yapmadım hayatımda. Ve buna hakikaten bütün gönlümce riayet ettim. Kötülük aklıma gelmiyor. Yani şunu şöyle yapayımda ayağını kaydırayım, şunun notunu kırıvereyim.
-Veya meslektaşlarımı ihbar edeyim!
-Bu dünya görüşüm içinde hakikaten karıncayı dahi incitmekten çekinen birisi olarak kendi meslektaşlarımın aleyhine böyle bir şey yapmış olmakla suçlanmak bana başka türlü bir acı veriyor. Hesap vereceğimize inanıyorum. Bu hesap vermenin gerekliliklerin tamamını yerine getirmediğimi de biliyorum. Ben iyi bir Müslümanım dediğim zaman bir kere konunun bütün boyutunu iyi biliyorum. Diğer dinleri de biliyorum. Mukayese ettiğim zaman zaten hiçbir biçimde başka dine mensup olabilmenin mümkün olamadığını da görüyorum. Bu söz konusu bile olamaz. En iyisi, en doğrusu budur diyorum. Eğer biri inanacaksa zaten bundan başka yolunun olmadığını da görüyorum.
-Sur üflenecek. Herkes mezarlarından kalkacak gibi bir resim var mı kafanızda?
-Evet. Bunu nasıl görselleştirdiğiniz yine kendi beyninizde olan bir şey. Ama günün birinde bu olacak. Onun için ben iyilik yapayım demiyorum. En ufak bir biçimde ya hesap veremezsem diyerekten bir kaygıyla yapmadığım şeyler yok. Böyle yaratılmışım diye görüyorum.
-Peki bir Allah aşkı kavramı var mı gönlünüzde?
-Her iyi fen bilimci günün birinde, izah edemediği bir şeyle karşılaşır. Önce gençken, az bilirken her şey olabilir diye bakarsınız. Olabilir, ben de yaparım. İki tüp, bilmem ne alır, bunu da yaparım. Her şey olabilir diye bakarsınız. Bilginiz ilerledikçe hele kainatı global anlamda ve bütün işte diğer gezegenlerde olanları, olan biteni, bu dengeyi, bu üzerinde bulunduğumuz gezegendeki değişik bildiğiniz canlıların yapılarını, bir kelebeğin kanadındaki bir sarı rengin dahi, bir lekenin dahi aslında bir işe yaradığını görmeye başladığınız zaman koparsınız artık. Burada başka bir şey var demeye başlarsınız. Her iyi fen bilimcinin sonunda geldiği nokta Allah'dır.
-Bunun başka izahı yok mudur sizin için?
-Bunun izahı yok yani başka türlü. Ve de hayran kalırsınız. Okudukça, öğrendikçe hayran kalırsınız. Ve teslim olursunuz. Budur sizi götürecek. Onun için inançlı insanlar için okumanın şart olduğunu, hele ki fen bilimleri okumanın şart olduğunu hep söylüyorum. Çünkü bir kuşun gagasının neden öyle kıvrık olup da böyle kıvrık olmadığını anladığınız zaman, ne işe yaradığını anladığınız zaman hiçbir şeyin tesadüfi olmadığını ve her şeyin bir sebebi olduğunu gördüğünüzde işte o zaman akan sular durur.
Ne zamandır böyle düşünüyorsunuz?
-Son on senedir. Çünkü işimi ancak son on senedir çok iyi bildiğime inanıyorum. Biyokimyadır benim şey yaptığım. Biyokimyayı ancak ellili yaşlarda iyi bilir hale gelirsiniz. Daha önce gelemezsiniz.
-Sizin için şöyle bir başlık atsam doğru olur mu? Ben Allah'a aşığım.
-Elbette. Ama bu her türlü dini vecibeyi yerine getir demek değil. Allah'a aşığım doğru bir tanımlama. Gerçekten bir noktada hakikaten kafanızın durduğu ve vay anasına dediğiniz bir nokta oluyor. Bunu demeden önce geldiğiniz kültür, yaşam biçimi, içinde bulunduğunuz kuşak, arkadaşlarınız vesaire farklı. Daha çok ateizme giden insanların içinden geliyorsunuz. Yani benim yaşımdaki insanlar, o 68 kuşağı genellikle materyalisttir. Uhrevi şeyleri lüzumsuz gören, bunlarla vakit kaybetmenin anlamsızlığına inanan... Şimdi buradan böyle geldiğiniz zaman size hiçbir biçimde herhangi bir şey empoze edilmeden geldiğiniz için çok önemli.
-Ailede yok muydu bu konular?
-Hayır, hiç konuşulmazdı.
-Ateist miydi babanız?
-Hayır, değildi. Ama uygulayan bir dindar değildi. İcapların bir bölümünü o da yerine getirmiştir. Yani bunun pratiğinden ziyade fikri boyutu önemliydi. Annem ateistti diyebilirim. Din bizim evimizde bir konu değildi. Belki kağıt üstünde babamın Müslüman, annemin Yahudi olmasından kaynaklanan bir durum. Kimse bir şey bilmezdi. Müslümanlık daha çok bilinirdi ama babaannem sayesinde. Ama öbür tarafın hiçbir bilgisi yoktu. Bunların bayramı ne zamandır, ne yapılır.
-Yahudi bayramlarını da kutlamazdınız yani.
-Kutlamıyorduk, yok. Annem Müslüman mezarlığına gömüldüğü için Müslüman oldu diyorum. Yoksa başka en ufak bir şeyi olduğunu ben görmedim. Müslümanlığı kâğıt üstündeydi.
-"Bu durum bana zaman kaybettirdi" diye düşünür müsünüz?
-Hayır, ben düşünmüyorum onu. Çünkü bu şekilde kendi kendine bir yere varmış olmanın tadını çıkarmaktayım şu anda. Ve bence bu çok önemli. Hiçbir şey dogmatik değil. Hiçbir şey size öğretilmiş değil. Siz adım adım kâinatın düzenini gördüğünüz zaman hele bir dur diyorsunuz. Bence bundan daha önemli bir şey olamaz. Ama bu ancak bu konuyu okuyan insanların başına gelebilecek bir şeydir. Ben eğer bir tarihçi olsaydım mesela hiçbir şey ifade etmeyecekti benim eğitimim. Tesadüf eseri içinden geçtiğim meslek eğitimi beni bu noktaya getirdi. Ben bir edebiyatçı olsaydım, matematikçi olsaydım zaten bu noktaya gelemezdim.
-Öyleyse içinizde bir şükür duygusu olmalı.
-Var. Herkesçe de bilinen, her zamanda gülünen bir şükür duygusu. Ben bir bardak su içerim çok şükür derim. Bir lokma ekmek yerim çok şükür derim. Çok şükür sağlığım yerinde derim. Çok şükür aklım çalışıyor, elim titremiyor derim. Hakikaten bütün bunların bir hediye olduğuna inanırım. Ve de hakikaten şükrederim. Çok küçük yaşlardan beri dua bilirim. Babaannemin sayesinde icap eden her şeyi bilirim. Fakat şükretmenin ötesinde yapılabilecek olan şeyleri elbette bu evliliğimle yakalamış durumdayım. Tabii ki burada çok ciddi bir katkısı var.
MÜTEDEYYİN BİR AİLEYE GELİN GİRMEK BÜYÜK ŞANS
-Onlar daha dindar bir aile mi?
-Evet. Gerçek mütedeyyin insanlar. Bu kadar mütedeyyin insanların arasında bu kadar yakinen bulunma şansım olmamıştı daha önce. Bunu bir şans olarak görüyorum. O nedenle de Konya'ya çok isteyerek gidiyorum. O şehrin havasında bir şey var. Seviyorum açıkçası.
-Eşinizde mi mütedeyyin biri?
-Evet. Dolayısıyla bunu bir zenginleşme olarak görüyorum. Böyle bir insanla hayatımın kesişmiş olmasını buna bir katkı olarak görüyorum. Hayatımda ilk defada oruç tuttum bu sene. Ramazan içinde evlendik çünkü. Gelinen noktada biri elinizden tutuyor, öyle görüyorum.
-Eşiniz Allah'ın bir hediyesi yani.
-Evet, öyle görüyorum. Böyle mütedeyyin bir aileye girmek, hiç hesapta olmayan bir şeydi.
BİRİNİ ÖLDÜRMEK İSTESEM...
-İnsanın karanlık yönüne dair öğrendiğiniz en önemli şey ne?
-Her insanın katil olabileceği. Her insan içinde birini öldürebilecek kadar şiddet ve öfke içerir. Nitekim bütün kıtaları kapsayan çok geniş bir araştırma var. Bu araştırmada insanlara hiç hayatınızda birini öldürmeyi düşündünüz mü diye sorulduğunda hiçbir etnik köken, ırk vesaire fark etmeksizin bütün toplumlarda buna evet diyen insanlar var.
-Siz de evet diyor musunuz?
-Hayır. Allah'ından bulsun dediğim çok olmuştur ama. Yani bir nevi birine havale ediyorum bu vazifeyi.(ZAMAN)