BEYAZ SARAY'DAKİ SATRANÇ

Baki ŞİMŞEK

-BEYAZ SARAY'DAKİ SATRANÇ-

 

 Bir Kriz Yönetimi mi, Yeni Bir Rota mı, Yoksa Bir "Üst Akıl" Hamlesi mi?

Beklentiler ve Gerçekler Arasında Bir Zirve

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, ABD Başkanı Donald Trump'ın daveti üzerine Washington'a gerçekleştireceği ziyaret, Türk-Amerikan ilişkilerinin son yıllardaki en çalkantılı dönemlerinden birinin tam ortasına denk geliyor. Bu ziyaret, basit bir diplomatik temasın çok ötesinde, içinde ekonomik buhranları, Suriye'deki askeri ve siyasi düğümü, Doğu Akdeniz'deki enerji savaşlarını, NATO içindeki güven krizini ve Türkiye'nin kendi iç siyasetindeki karmaşık dengeleri barındıran çok katmanlı bir denklemin en kritik parçası olarak öne çıkıyor. Peki, iki lideri bu kritik zamanda bir araya getiren temel motivasyon nedir? Bu davet, Ankara'nın Suriye ve S-400 gibi konulardaki "dik duruşunun" Washington'da bir karşılık bulduğu ve ABD'nin Türkiye'nin stratejik önemini yeniden kabullendiği bir "zafer" anı mıdır? Yoksa Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik ve jeopolitik sıkışmışlıktan faydalanmak isteyen ABD'nin, Ankara'ya yeni bir yol haritası dayatacağı bir "hesaplaşma" zirvesi midir?

Daha derin bir perspektiften bakıldığında ise, gazeteci Murat Ağırel'in "Sarmal" gibi eserlerde dile getirdiği ve kamuoyunun bir kesiminde güçlü bir şekilde karşılık bulan "üst akıl" teorileri çerçevesinde bu ziyaret, acaba daha büyük bir projenin parçası mıdır? Bu görüşe göre, Türkiye'nin üniter yapısını hedef alan ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) kapsamında ülkeyi bir federasyona dönüştürmeyi amaçlayan uzun vadeli bir planın yeni bir aşaması mı devreye sokulmaktadır? Devlet Bahçeli gibi bir siyasi aktörün geçmişteki sert eleştirilerini unutarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın en büyük destekçisi haline gelmesi, bu büyük planın iç siyasetteki bir yansıması olarak okunabilir mi? İki liderin Beyaz Saray'da yapacağı bu kritik görüşmenin sadece resmi gündem maddeleriyle sınırlı kalmayacağının en somut işareti, görüşmeden haftalar önce yaşanan dikkat çekici bir gelişmeyle kendini gösterdi. Donald Trump Jr.'ın Türkiye'ye gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Dolmabahçe Sarayı'nda basına kapalı bir şekilde baş başa görüşmesi, bu zirvenin klasik diplomatik teamüllerin ötesinde, kişisel ilişkiler ve gayriresmi kanallar üzerinden şekillendiğinin altını çizmektedir. Peki, resmi programda yer almayan bu gizemli ziyaret ne anlama geliyor?"

1. Trump'un Oğlunun Gizemli Ziyareti ve Olası Anlamları: Donald Trump Jr.'ın Türkiye'ye gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Dolmabahçe Sarayı'nda basına kapalı bir görüşme yapması, resmi ziyaretin perde arkasındaki dinamikleri anlamak için kritik bir veridir. Bu görüşme, birkaç farklı katmanda okunabilir:

  • Gayriresmi Diplomasi ve "Arka Kanal": Bu tür görüşmeler, resmi diplomatik kanalların katı kurallarından ve bürokrasisinden sıyrılarak doğrudan, samimi ve sonuç odaklı bir diyalog kurma amacı taşır. Trump Jr., babasının tam güvenine sahip bir elçi olarak, Beyaz Saray ziyaretinin "hassas" başlıklarını (YPG, F-35, Halkbank davası, ekonomi) önceden müzakere etmiş olabilir. Bu, resmi görüşmede yaşanabilecek olası krizleri önlemeye ve bir "kazan-kazan" zemini hazırlamaya yönelik bir adımdır.
  • Kişisel Güven İnşası: Trump siyasetinin temelinde kişisel ilişkiler ve liderler arası "kimya" yatar. Oğlunu göndererek Erdoğan'a verdiği kişisel önemi ve güveni göstermeyi amaçlamış olabilir. Bu, "devletler arası değil, liderler arası ittifak" mesajını güçlendiren bir hamledir.
  • İş ve Siyasetin İç İçe Geçmesi: Trump ailesinin siyaseti iş dünyasındaki pragmatizmle harmanladığı bilinen bir gerçektir. Görüşmenin arka planında, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri veya Trump ailesinin gelecekteki potansiyel ticari çıkarlarını ilgilendiren konuların da gündeme gelmiş olması muhtemeldir. Bu durum, ziyaretin sadece jeopolitik değil, aynı zamanda jeo-ekonomik bir boyutu olduğunu da gösterir.
  • İç Politikaya Mesaj: Bu görüşme, Trump'ın kendi seçmen tabanına "dünya liderleriyle doğrudan ilişki kurabilen, aracıları ortadan kaldıran güçlü bir lider" imajını pekiştirme amacı da taşıyabilir.

Erdoğan'ın Washington ziyareti bence üç ana eksende toplanır:

  1. Realpolitik ve Pragmatizm Ekseni: Suriye, S-400/F-35, ekonomi ve Doğu Akdeniz gibi somut kriz başlıkları üzerinden iki ülkenin karşılıklı çıkar ve zorunluluklarını incelemek.
  2. İç Politika Dinamikleri Ekseni: Ziyaretin her iki liderin kendi iç kamuoylarına yönelik hedeflerini, özellikle Erdoğan'ın ittifak siyaseti ve Bahçeli faktörünü nasıl etkilediğini çözümlemek.
  3. Eleştirel ve Komplo Teorisi Ekseni: "Üst akıl," BOP ve "Sarmal" gibi teorilerin merceğinden ziyaretin ne anlama gelebileceğini, bu perspektifin nedenlerini ve sonuçlarını tartışmak.

Bu çok yönlü analiz, Türk ve Amerikan basınının olası yaklaşımlarını da karşılaştırarak, okuyucuya Beyaz Saray'da kurulacak masanın görünen ve görünmeyen tüm dinamiklerini anlama imkânı sunmayı amaçlamaktadır.


Bölüm 1: Jeopolitik Satranç Tahtası- Masadaki Acil Gündem Maddeleri

Bir liderin diğerini davet etmesi, genellikle çözülmesi gereken acil sorunlar veya değerlendirilmesi gereken kritik fırsatlar olduğunda gerçekleşir. Trump-Erdoğan görüşmesinin ana motivasyonunu da bu "kriz ve fırsat" diyalektiğinde aramak gerekir.

1.1. Suriye Açmazı: Kontrol Kimde?

İki ülke arasındaki en derin ve en kanlı anlaşmazlık şüphesiz Suriye sahasında yaşanmaktadır. Türkiye için Fırat'ın doğusunda ABD destekli YPG/PKK varlığı, ulusal güvenlik için birinci dereceden bir "beka" sorunudur. ABD için ise YPG/SDF, IŞİD'le mücadelede vazgeçilmez bir "kara gücü" ortağıdır. Bu temel çelişki, yıllardır devam eden müzakerelere, askeri operasyonlara ve karşılıklı tehditlere rağmen aşılamamıştır.

  • Türkiye'nin Talepleri: Ankara, Washington'dan YPG'ye verilen askeri, mali ve siyasi desteğin tamamen kesilmesini, bölgede oluşturulması planlanan "Güvenli Bölge"nin kontrolünün tamamen Türk Silahlı Kuvvetleri'nde olmasını ve YPG'nin bu bölgeden tamamen çekilmesini talep etmektedir. Türkiye, olası yeni bir askerî harekât seçeneğini her zaman masada tutarak pazarlık gücünü artırmaya çalışmaktadır.
  • ABD'nin Pozisyonu: Pentagon ve Dışişleri Bakanlığı'nın önemli bir kanadı, YPG'yi terk etmenin IŞİD'le mücadeleyi zayıflatacağını ve ABD'nin sahadaki güvenilirliğini sarsacağını düşünmektedir. Ancak Başkan Trump, kişisel olarak "bitmeyen savaşları" sonlandırma ve ABD askerlerini bölgeden çekme vaadiyle bu bürokratik dirence karşı bir duruş sergilemektedir. Trump'ın bu "çekilme" arzusu, Erdoğan için bir fırsat penceresi yaratmaktadır.
  • Gazze Krizindeki Tutum Farklılığı: Erdoğan ve ABD: ABD'nin Gazze'de ateşkese yönelik uluslararası girişimleri (örneğin BM Güvenlik Konseyi'nde) veto etmesi veya engellemesi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsrail'i en sert ifadelerle ("terör devleti", "savaş suçlusu") eleştirip Filistin'e tam destek vermesi, iki ülke arasındaki en temel ideolojik ve ahlaki ayrışmayı gözler önüne sermektedir.
  • İki Yüzlü Siyaset mi, Pragmatizm mi? Eleştirel bir bakış açısıyla bu durum, Erdoğan'ın bir yandan ABD ve Batı sistemine en sert eleştirileri yöneltirken, diğer yandan aynı sistemin lideriyle masaya oturmaya istekli olmasının bir çelişki olduğunu gösterir.
  • Pazarlık Alanı Yaratma: Ancak stratejik açıdan bakıldığında Erdoğan, bu sert tutumuyla hem İslam dünyasındaki liderlik rolünü pekiştirmekte hem de ABD ile pazarlık masasına otururken elini güçlendirmektedir. "Gazze konusundaki bu derin ayrılığımıza rağmen sizinle görüşmeyi kabul ediyorum, bu nedenle YPG gibi benim önceliklerime saygı göstermelisiniz" mesajını ima etmektedir.
  • İç Politika Yatırımı: Bu duruş, Erdoğan'ın kendi muhafazakâr ve milliyetçi tabanını konsolide etmesi için hayati bir araçtır.

Olası Senaryo: Ziyaret, Trump'ın bürokrasisine rağmen Erdoğan ile doğrudan bir "anlaşma" yapma girişimi olabilir. Bu anlaşma, ABD'nin sembolik bir varlık bırakarak büyük ölçüde çekildiği, Türkiye'nin ise sınırlı bir alanda kontrolü sağladığı, ancak YPG'nin varlığının tamamen ortadan kaldırılmadığı hibrit bir formül olabilir. Trump, bu formülü "askerleri eve getiriyorum" başarısı olarak, Erdoğan ise "terör koridorunu yardık" zaferi olarak kendi kamuoylarına sunabilir. Ancak bu, sorunu çözmekten ziyade ötelemek anlamına gelecektir.

1.2. S-400 Krizi ve NATO'nun Geleceği: Kopuş mu, Pazarlık mı?

Türkiye'nin Rusya'dan S-400 hava savunma sistemlerini satın alması, sadece bir silah alımı değil, aynı zamanda Türkiye'nin Batı ittifakı içindeki yerini sorgulatan sembolik bir jeopolitik tercihtir. Bu hamle, ABD'nin en büyük tepkisini çekmiş, Türkiye'nin F-35 savaş uçağı programından çıkarılmasıyla sonuçlanmış ve CAATSA (Amerika'nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası) yaptırımları tehdidini sürekli gündemde tutmuştur.

  • Washington'ın Endişesi: ABD için temel endişe, bir NATO üyesinin topraklarında konuşlu Rus radarlarının, F-35 gibi en gelişmiş NATO sistemlerinin gizli bilgilerini ve zafiyetlerini Rusya'ya sızdırma potansiyelidir. Bu, teknolojik bir casusluk riskinin ötesinde, NATO'nun kolektif savunma mimarisine yönelik bir güvensizlik beyanı olarak algılanmaktadır.
  • Ankara'nın Argümanı: Türkiye ise S-400 alımını egemen bir karar olarak savunmakta, Batılı müttefiklerinin (özellikle ABD'nin Patriot tekliflerinde) geçmişte teknoloji transferi ve ortak üretim gibi konularda ayak dirediğini belirtmektedir. Ankara, S-400'lerin NATO sistemlerine entegre edilmeyeceğini ve F-35'ler için bir tehdit oluşturmayacağını taahhüt etse de bu güvenceler Washington'u ikna etmeye yetmemiştir.
  • YPG/SDF, İsrail ve "Vaat Edilmiş Topraklar" Komplosu:

Görünen ve Derindeki Strateji: Bu bakış açısına göre, ABD'nin YPG/SDF'yi IŞİD'e karşı bir "kara gücü" olarak desteklemesi, sadece taktiksel bir ortaklık değil, çok daha büyük bir stratejik planın parçasıdır. Görünen neden IŞİD ile mücadele iken, derindeki amacın İsrail'in bölgesel güvenliğini ve uzun vadeli hedeflerini garanti altına almak olduğu iddia edilir.

  • İsrail-Kürt Koridoru Tezi: Teoriye göre, ABD desteğiyle Suriye'nin kuzeyinde ve Irak'ta güçlenen Kürt yapılarının (YPG ve Barzani yönetimi) birleşerek Akdeniz'e uzanan bir koridor oluşturması hedeflenmektedir. Bu koridorun, İsrail için hem İran'ın bölgesel etkisini dengeleyecek bir tampon bölge oluşturacağı hem de Türkiye'yi güneyden çevreleyerek stratejik olarak zayıflatacağı düşünülür. Barzani'nin Musevi kökenli olduğu iddiası, bu komplo teorisini İsrail'in "Vaat Edilmiş Topraklar" projesiyle doğrudan ilişkilendirmek için kullanılan sembolik bir argümandır.
  • Erdoğan'ın Pazarlık Kozu: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Trump ile görüşmesindeki en önemli gündem maddelerinden birinin bu konsept olması beklenir. Erdoğan, Trump'a "Sizin IŞİD için desteklediğiniz yapı, müttefikiniz Türkiye'ye karşı İsrail'in uzun vadeli planlarına hizmet ediyor ve bu, ittifak ruhuna aykırıdır" mesajını vererek, YPG/SDF'ye verilen desteğin kesilmesi için pazarlık yapacaktır.

Olası Senaryo: Trump, yaptırımlar konusunda Kongre'nin baskısı altında olsa da kişisel inisiyatifiyle bu yaptırımları ertelemeye veya hafifletmeye çalışabilir. Görüşmede, Türkiye'ye S-400'leri "aktive etmeme" veya "depoda tutma" karşılığında F-35 programına geri dönüş veya en azından CAATSA yaptırımlarından muafiyet gibi bir "orta yol" teklif edilebilir. Bu, her iki liderin de yüzünü kurtaracak geçici bir çözüm olabilir. Erdoğan, Türkiye'ye yaptırım uygulanmasını engelleyen lider, Trump ise müttefikini tamamen kaybetmeyen ve sorunu "çözen" lider imajı çizebilir.

1.3. Ekonomik Açmaz ve Ticaret Hacmi Vaadi

Türkiye ekonomisi, yüksek enflasyon, artan işsizlik, dış borç ve kur dalgalanmaları gibi ciddi yapısal sorunlarla boğuşmaktadır. Bu ortamda, ABD ile ilişkilerin gerilmesi, potansiyel yaptırım tehditleri ve yabancı yatırımcının ürkekliği, ekonomik krizi daha da derinleştirme potansiyeline sahiptir.

  • Ankara'nın İhtiyacı: Türkiye'nin acilen sıcak paraya, doğrudan yabancı yatırıma ve uluslararası finans piyasalarında güven tazelemeye ihtiyacı vardır. Washington ile yapılacak olumlu bir görüşme, bu güveni tesis etmede ve en azından yeni bir ekonomik şok dalgasını önlemede hayati bir rol oynayabilir.
  • Washington'un Kozu: ABD, Türkiye ekonomisinin bu kırılganlığını bir pazarlık kozu olarak kullanmaktadır. Halkbank davası gibi hukuki süreçler veya CAATSA yaptırımları gibi siyasi araçlar, Ankara üzerinde bir "Demokles'in kılıcı" gibi sallandırılmaktadır. Diğer yandan, Trump'ın sıkça dile getirdiği "100 milyar dolarlık ticaret hacmi" hedefi ise bir "havuç" olarak masada durmaktadır.

Olası Senaryo: Görüşme, ekonomik bir "ateşkes" anlaşması niteliği taşıyabilir. Trump, Erdoğan'dan Suriye veya S-400 konularında alacağı tavizler karşılığında, Halkbank davasını siyasi olarak yavaşlatma veya ticaretin önündeki bazı engelleri kaldırma sözü verebilir. Bu, Türkiye ekonomisine kısa vadede bir nefes aldırsa da yapısal sorunları çözmekten uzak, tamamen siyasi koşullara bağlı bir "iyileşme" olacaktır.


Bölüm 2: İç Politika Arenası- Aynadaki Yansımalar

Dış politika, çoğu zaman iç politikanın bir uzantısıdır. Erdoğan ve Trump, kendi siyasi gelecekleri ve seçmen tabanları için de bu ziyaretten maksimum faydayı sağlamaya çalışacaklardır.

2.1. Erdoğan'ın "Dünya Lideri" Anlatısı ve Bahçeli Faktörü

Cumhurbaşkanı Erdoğan için bu ziyaret, iç politikada sıkıştığı bir dönemde önemli bir manevra alanıdır. Ekonomik sorunlar ve yerel seçimlerdeki oy kayıpları sonrası, dış politikada elde edilecek bir "zafer," seçmen tabanını konsolide etmek ve "Türkiye'ye diz çöktüremeyen güçlü lider" imajını pekiştirmek için paha biçilmezdir. Beyaz Saray'da Trump ile eşit koşullarda pazarlık yapan bir lider fotoğrafı, iç siyasetteki tüm eleştirileri gölgede bırakma potansiyeli taşır.

Bu denklemin en ilginç parçası ise MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin pozisyonudur. Geçmişte Erdoğan'a yönelik en sert, hatta hakarete varan ifadeleri kullanan Bahçeli'nin, bugün Cumhur İttifakı'nın en sadık savunucusu haline gelmesi, Türk siyasetinin en dikkat çekici dönüşümlerinden biridir. Bu durum birkaç farklı şekilde okunabilir:

  • "Beka" Söylemi ve Milliyetçi Konsolidasyon: Bahçeli ve MHP, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye'nin bir "beka" sorunu ile karşı karşıya olduğuna inanmaktadır. Bu perspektife göre, dış güçlerin (özellikle ABD ve Batı'nın) ve iç uzantılarının (FETÖ, PKK) saldırıları karşısında, kişisel husumetleri bir kenara bırakıp devletin ve milletin yanında, yani mevcut iktidarın yanında durmak tarihsel bir zorunluluktur. Bu ittifak, milliyetçi-muhafazakâr tabanı bir arada tutan bir çimento görevi görmektedir.
  • Pragmatik Siyaset ve İktidar Ortaklığı: MHP, bu ittifak sayesinde siyasi arenada hiç olmadığı kadar etkili bir konuma gelmiştir. Anahtar bakanlıklarda ve bürokraside kadrolaşma, yasal düzenlemelerde söz sahibi olma ve siyasetin ana yönünü belirlemede Erdoğan'a "ayar verme" gücüne kavuşmuştur. Bahçeli'nin desteği, Erdoğan'ın meclis çoğunluğunu ve siyasi meşruiyetini sürdürmesi için kritiktir. Dolayısıyla bu, karşılıklı çıkara dayalı simbiyotik bir ilişkidir.
  • Devlet Bahçeli'nin "Denge ve Fren" Rolü: Cumhur İttifakı'nın ortağı Devlet Bahçeli'nin bir yandan Erdoğan'ın ABD ziyaretine ve diplomatik çabalarına tam destek verirken, diğer yandan ABD'nin "müttefikliğinin" güvenilmezliğini ve emperyalist hedeflerini en sert dille eleştirmesi, ittifak içinde bilinçli bir rol paylaşımını yansıtmaktadır.
  • "İyi Polis, Kötü Polis" Taktiği: Erdoğan, pragmatist ve uzlaşmacı "iyi polis" rolünü oynarken, Bahçeli ittifakın şahin, milliyetçi ve anti-Amerikancı kanadını temsil eden "kötü polis" görevini üstlenir. Bu, Erdoğan'a müzakere masasında "Görüyorsunuz, iç politikada dengeleri gözetmek zorundayım, tabanımızı ve ortağımızı tatmin edecek somut adımlar atmalısınız" deme imkânı tanır.
  • Milliyetçi Tabanı Konsolide Etme: Bahçeli'nin bu çıkışları, AK Parti'nin ABD ile yakınlaşmasından rahatsız olabilecek milliyetçi-ülkücü tabanın Cumhur İttifakı'nda kalmasını sağlar. Erdoğan'ın diplomatik manevralarının bir "teslimiyet" değil, "milli çıkarlar için bir hamle" olduğu algısını güçlendirir.

Bu bağlamda Bahçeli, Erdoğan'ın Washington ziyaretine aslında tam destek vermektedir. Çünkü bu ziyaretin başarısı, sadece Erdoğan'ın değil, aynı zamanda kendilerinin de ortağı olduğu "Cumhur İttifakı" iktidarının ve onun "beka" anlatısının başarısı olacaktır. Erdoğan'ın ABD'ye karşı sergileyeceği "dik duruş," MHP tabanının da duymak istediği bir söylemdir.

2.2. Trump'ın "Anlaşma Sanatı" ve Seçim Yatırımı

Başkan Trump için de bu ziyaret, iç politika açısından önemlidir. "Anlaşma Sanatçısı" (The Art of the Deal) kimliğiyle övünen Trump, karmaşık bir müttefik olan Türkiye ile "akıllı bir anlaşma" yaptığını göstermek ister. Suriye'den asker çekme vaadini tuttuğunu, Türkiye'yi Rusya'dan uzaklaştırıp NATO yörüngesinde tuttuğunu ve Amerikan çıkarlarını koruduğunu iddia edebileceği bir sonuç, yaklaşan seçimler öncesi onun için önemli bir dış politika kazanımı olacaktır. Özellikle Evanjelist seçmenler nezdinde büyük sempati toplayan Rahip Brunson'ın serbest bırakılmasını kişisel bir zafer olarak sunan Trump, Erdoğan ile olan kişisel diyaloğunun, bürokratik kanallardan daha etkili olduğunu bir kez daha kanıtlamak isteyecektir.


Bölüm 3: "Sarmal"ın İçinde miyiz? - Eleştirel Perspektif ve "Üst Akıl" Teorisi

Ziyareti sadece Realpolitik veya iç politika penceresinden okumak, Türkiye'deki önemli bir entelektüel ve siyasi damarı göz ardı etmek anlamına gelir. Murat Ağırel'in "Sarmal" adlı kitabında ve benzeri çalışmalarda popülerleşen bu bakış açısı, olayları görünenin ardındaki daha derin, daha organize ve daha uzun vadeli bir planın parçası olarak yorumlar.

3.1. Teorinin Ana Hatları: BOP, Federalizm ve Kontrollü Kriz

Bu teoriye göre, mevcut siyasi iktidarın yükselişi tesadüf değildir. ABD merkezli bir "üst akıl" tarafından, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) hedefleri doğrultusunda desteklenmiş ve önü açılmıştır. Projenin nihai hedefi, Türkiye'nin de içinde bulunduğu bölge haritasını yeniden çizmek, ulus-devletleri zayıflatmak ve ümmetçi/mezhepsel/etnik temelli yeni yapılar oluşturmaktır.

Bu perspektiften bakıldığında Türkiye için öngörülen plan şöyledir:

  • Üniter Yapının Zayıflatılması: "Demokratikleşme," "açılım süreci" gibi başlıklar altında atılan adımlar, aslında terör örgütlerine meşruiyet kazandırmak ve üniter devlet yapısını aşındırarak federatif bir modele zemin hazırlamak için atılmıştır.
  • Devletin Parçalanması: Nihai amaç, Türkiye'yi Türk, Kürt ve belki de başka etnik/dini temellere dayalı federe devletçiklere bölmektir. Suriye'nin kuzeyinde bir "Kürdistan" kurulması, bu planın Türkiye ayağını tetikleyecek ilk adımdır.
  • Kontrollü Kriz Stratejisi: "Üst akıl," hedeflerine ulaşmak için ülkeyi sürekli bir "kontrollü kriz" ortamında tutar. Ekonomik krizler, siyasi gerilimler, askeri operasyonlar... Bunların hepsi, halkı yorarak ve devleti zayıflatarak nihai çözüme, yani "bölünmeye" razı etmek için kullanılan araçlardır.

3.2. Bu Mercekten Ziyaretin Anlamı

Bu teori çerçevesinde Erdoğan'ın Washington ziyareti, bir "müttefikle" görüşme değil, "merkezle" hesaplaşmasıdır.

Yeni Görevlendirme Senaryosu: Erdoğan, projede kendisine biçilen rolün dışına çıkmaya (örneğin Rusya ile aşırı yakınlaşarak) veya süreci yavaşlatmaya başladığında, "üst akıl" tarafından "ayar verilmek" üzere Washington'a çağrılmış olabilir. Ziyaretin amacı, onu tekrar "rayına oturtmak" ve projenin bir sonraki aşaması için (örneğin Suriye'de kurulacak yapıya rıza göstermesi veya iç politikada yeni bir "açılım" başlatması) ikna etmek veya zorlamaktır. Ekonomik baskı ve yaptırım tehditleri, bu zorlamanın en etkili araçlarıdır. Bu tarihe kadar yapılan baskılara boyun eğmeyen Erdoğan’ın, gene dik duracağı izahtan varestedir.

  • Bahçeli'nin Rolü: Bu teoride Bahçeli'nin dönüşümü, projenin yeni aşamasına uygun bir siyasi iklim yaratma görevi olarak okunur. "Açılım sürecinde" MHP'nin sert muhalefeti, toplumun bir kesimini projenin karşısında konsolide etmişti. Şimdi ise, "beka" söylemi altında MHP'nin de iktidar ortağı olması, atılacak yeni adımlara karşı en büyük potansiyel direniş odağını etkisiz hale getirmiştir. Eğer "üst akıl"ın yeni planı, milliyetçi bir retorik altında gizlenmiş bir taviz sürecini içeriyorsa, Bahçeli'nin desteği bu planın meşruiyeti için hayati olacaktır. Bu, "sarmalın" daha karmaşık ve iç içe geçmiş bir halkasıdır.

Bu bakış açısı, olaylar arasında basit ama güçlü bir neden-sonuç ilişkisi kurarak, karmaşık jeopolitik gerçekliği anlaşılır bir "iyi-kötü" mücadelesine indirger. Bu teorinin popülerliği, Türkiye'nin tarih boyunca maruz kaldığı dış müdahaleler, Sevr Antlaşması travması ve Batı'ya yönelik derin güvensizlik gibi tarihsel ve psikolojik kökenlerden beslenmektedir. Olayları tek bir büyük komplonun parçası olarak görmek, belirsizliği azaltan ve bir "anlam" sunan bir rahatlama sağlayabilir. Ancak, ABD gibi devasa bir devletin içindeki Pentagon, Dışişleri, Beyaz Saray, Kongre gibi farklı çıkar gruplarının çelişkili politikalarını, liderlerin kişisel hırslarını ve olayların kendi içsel dinamiklerini göz ardı etme riski taşır.

.............