Egemenlikçi Oy, Boykot ve İkinci MACRON Dönemi

Seçimin ilk turunda halk iradesinin neredeyse yüzde 60'lık bölümü "sistem-karşıtı" şeklinde tanımlanan sağ ve sol partilerden yana tecelli etti.

Sinan Baykent, Fransa'da cumhurbaşkanlığı nihai seçim sonuçlarını ve ikinci Macron dönemini AA Analiz için kaleme aldı.

***

Fransa'da ikinci Macron dönemi 24 Nisan akşamında başladı. Cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turunda Emmanuel Macron yüzde 58,5'lik oranla zafere uzanırken Marine Le Pen –en kötümser anket sonuçlarını bile aşan bir hayal kırıklığı yaşayarak– ancak yüzde 41,5'e ulaşabildi.

Sonuçlar böyleyken Fransız seçmenin davranışını nasıl okumalı? İlk turda çok net bir tarzda beliren "egemenlikçi" tercih ile her iki turda düşük seyreden katılımdan ne sonuç çıkarmalı? Macron "mutlak" iktidara ulaşabilecek mi? Seçimin Avrupa'daki yankıları ne olur?

 “Egemenlikçiler” alan kazandı

Seçimin ilk turunda halk iradesinin neredeyse yüzde 60'lık bölümü "sistem-karşıtı" şeklinde tanımlanan, benim ise "egemenlikçi" olarak açıkladığım sağ ve sol partilerden yana tecelli etti. Dahası, kayıtlı seçmenin yüzde 26'sı sandığa gitmedi. Bizzat Batı standartlarına göre bu manzara kendi içinde meşruiyet krizi yaşayan bir liberal-demokrasi profilini ele veriyordu. Gerçekten de Sarı Yelekliler eylemlerinden bu yana Fransa'da "egemenlikçi" refleks epey alan kazandı. Egemenlikçilik, Fransa özelinde gün geçtikte büyüyen kitlelerde fikri anlamda olgunlaşan ve karşılık bulan ancak temsil düzeyinde henüz doğru mercisini yahut ifadesini bulamamış bir "De Gaulle nostaljisi" yaşatıyor.

Sarı Yeleklilerin marifeti

Ulusu ve onun bağrında taşıdığı "halk" gerçekliğini hiçbir iç veya dış hiyerarşiye kurban etmemek üzerine kurulu bu eğilim, modern zamanlar Fransası’nda geniş bir toplumsal tabana yayıldı ve biri sağ, diğeri sol olmak üzere iki farklı yönde çatallaştı. Küreselleşmenin ve onun vurucu-yıkıcı gücü mahiyetindeki neo-liberal iktisat politikalarının "yıldırdığı" yığınlar, önce Sarı Yelekliler hareketi vasıtasıyla bir araya geldi. Ardından da savundukları temel prensipleri kurumsal siyasete dayattılar.

Sarı Yelekliler fevkalade heterojen bir kitleden mülhemdi. İçinde anarko-sendikalistler de vardı monarşistler de. Komünistler de vardı milliyetçiler de. Sosyalistler de vardı Katolikler de. Ortak noktaları ise "ulusun" bir "korunak/sığınak" arz edecek şekilde ihya edilmesi, sosyal devlet pratiğinin yeni ihtiyaçlara uygun olarak güncellenmesi ve halkın yönetime demokratik katılımının temin edilmesiydi. Sağa daha yakın duranlar sığınağı ulusal/kültürel kimlik aidiyetinde bulurken sola meyledenler, ezilen sınıf kimliğini öne çıkardılar.

Netice itibarıyla bu eylemsellik sağda Marine Le Pen'i, solda ise Jean-Luc Melenchon'u etkisi altın aldı ve hatta bir anlamda kuşattı. Her ikisini kendi projeksiyonlarına göre bu "egemenlikçilik" çizgisini güçlendirdiler. Nitekim Melenchon daha "aşağıdan" ve "yerelden" bir karakterle, Le Pen ise daha genel-ulusal bir düzlemde "referandum" müessesini yani doğrudan demokrasiyi, seçim kampanyaları boyunca ısrarla işlediler. Aslında bu, büyük ölçüde Sarı Yeleklilerin bir marifeti.

Uçlar arasında geçişler

Bu tespit önemlidir zira ikinci turdaki Le Pen oylarının bir kısmını da açıklıyor. 2017 seçimlerinin ikinci turuna nispetle Le Pen oylarını 8 puan artırdı. Le Pen ile ırkçı aday Eric Zemmour'un 2022 seçimlerinin ilk turunda aldıkları oy toplamı ise tamı tamına Le Pen'in 2017 seçiminin ikinci turunda topladığı oya tekabül ediyor (yüzde 34). Demek ki son seçimde Le Pen ilave 8 puanın büyük çoğunluğunu –ki seçim sonrası anketler de bu çıkarımı doğruluyor– doğrudan Melenchon'dan aldı. "Uçlardaki" sağ ile sol arasında böylesi bir geçirgenliğin tesisi Türkiye'den bakıldığında mantıksız gelse de Fransa'nın tarihi ve siyasi kültürü dikkate alındığında gayet mümkündür. Gerçekten de Fransa'da sol hiçbir zaman "sadece sol" olmamıştır. Öyle ki, Fransız milliyetçiliği bizzat soldan doğmuş, 1871 Paris Komünü tecrübesinden süzülerek vücuda gelmiştir. Georges Valois'lardan Maurice Barres'lere değin soldan hareketle örülmüş bir damar mevcuttur. İlgililer İsrailli siyaset bilimci Zeev Sternhell'in konuya dair verdiği sayısız kıymetli eseri inceleyebilirler.

Le Pen kendi cam tavanını buldu

İkinci turda siyasal Fransız milliyetçiliği, tarihinin en yüksek skoruna erişti. Ne var ki Marine Le Pen önündeki fırsatların çoğunu teperek potansiyelini dolduramadı ve kendi "cam tavanı"nı buldu. Seçim gecesi "galiptir bu yolda mağlup" edasıyla ekran karşısına çıkan Le Pen, dürüst bir özeleştiri ve tahlil yapamadı. Doğrusu, Le Pen kampanyanın hiçbir anında Fransa'yı yönetebilecek kabiliyete ve kapasiteye sahip olduğu duygusunu uyandırmadı. Tutarsız, zikzaklı ve dolayısıyla da istikrarsız söylemlerine anlamsız "vaatler" ekleyince Macron ile arasındaki fark açıldıkça açıldı. Kamusal alanda öngördüğü başörtüsü yasağından geleneksel Paris-Berlin ilişkilerinin yeniden tarif edileceğine kadar varan bir dizi "tuhaf" ve "gerilimli" teklifle aslında "merkez" seçmene "bana oy vermeyin" dedi. İkinci tur evvelinde düzenlenen televizyon münazarasında Rusya'nın saldırganlığına dair yaklaşımlarını ve Rusya'yla olan bağlarını açıklığa kavuşturamaması da işin cabasıydı.

Macron asılı ceketiyle kazandı

Macron'un kendisine altın tepside sunulan iktidar anahtarlarını iade etmesi ancak bir "skandal" ile yahut bir "iletişim faciası" ile olabilirdi, olmadı. Her ne kadar münazara esnasında sergilediği kibirli tutum çokça tepki çektiyse de somutta menfi bir dönüşle karşılaşmadı. Esasında Macron bu seçimi "asılı ceketiyle" kazandı. İlk turda Rusya-Ukrayna savaşı gerekçesiyle "sıfır" kampanya yapan ve hiçbir tartışmaya dahi müdahil olmayan Macron, ikinci turda ise 1-2 orta ölçekli miting ve halk ziyareti dışında kılını kıpırdatmadı. Dahası, başta Sarı Yelekliler eylemleri olmak üzere salgın koşulları, hayat pahalılığı ve olası "kıtlık" perspektifine, yeni bir "hikaye" yokluğuna karşın muazzam bir farkla ipi göğüsledi.

Macron henüz "mutlak" ve "nihai" iktidarı eline almış değil. Önünde haziran ayındaki parlamento seçimleri var ve işi hiç de kolay olmayacak.

Bu, nereden bakılırsa bakılsın, başarıdır. Ne var ki Macron henüz "mutlak" ve "nihai" iktidarı eline almış değil. Şimdi önünde haziran ayındaki parlamento seçimleri var ve işi hiç de kolay olmayacak. Melenchon'un "solda birlik" arayışları ve "Fransız halkından beni başbakan yapmasını istiyorum" çıkışından sağdaki irili-ufaklı ittifak senaryolarına kadar küllerinden dirilmeye ant içmiş bir muhalif cepheyle karşı karşıya kalacak. Bu yönüyle Fransa'da haziran ayında bir "cohabitation" yani temsil makamları arasında bir "birlikte yasama" zorunluluğu meydana gelirse kimse şaşırmamalı.

Brüksel derin bir nefes aldı

Cumhurbaşkanlığı ile parlamento çoğunluğunun ayrı partilerde olma ihtimali yüksek olmasa da var. 24 Nisan akşamındaki heyecansız hitabında Macron'un haziran seçimleri için "büyük bir ekolojik ulus olarak Fransa" anlatısı tasarladığı anlaşıldı. Kafi gelir mi, meçhul. Her halükarda bir "merkez-ekolojik blok" kurmaya zaman ve enerji vakfedeceğe benziyor. Öte yandan Fransa seçimlerinin sonuçlanmasıyla Brüksel derin bir nefes almış, rahatlamıştır. Zira bir Le Pen zaferini hazmetmek –hele ki bu kriz konjonktüründe– oldukça zor olurdu. Fakat Macron da yakın zamanda bir "telafi turuna" çıkmaya mecbur kalabilir.

Fransa'nın Avrupa Birliği Dönem Başkanlığı devam ediyor. Dönem Başkanı sıfatını taşıyan Macron ise seçim döneminde başta Macaristan ve diğer Vişegrad ülkeleri liderleriyle olmak üzere "popülizm" olgusu üzerinden bir tartışma yürüttü. Tabiidir ki bu tartışma AB’nin doğu cephesinde –üstelik Ukrayna savaşı sürerken– pek hoş karşılanmadı. Birlikte yeni bir çatlağa mahal vermemek adına Macron inisiyatif kullanacaktır.

Sözün kısası, Macron'un ikinci dönemi türlü iç ve dış imtihanlarla açılıyor. İlkine göre görece daha özgür ve daha esnek bir gelecek beş yılın işaret fişeği atılmış gibi görünse de zamanın Macron için nasıl geçeceği şimdilik bir muamma. Su gibi mi akacak yoksa geçmek bilmeyecek mi? Bütün mesele bu.

*** [Sinan Baykent, Araştırmacı]