MEDYANIN ROLÜ: SORUMLU YAYINCILIK VE POZİTİF TEMSİL

Baki ŞİMŞEK

4. BÖLÜM / 5. KISIM

MEDYANIN ROLÜ: SORUMLU YAYINCILIK VE POZİTİF TEMSİL

────────────────────────────────────────

Medyanın, özellikle de televizyon ve dijital platformların, kamuoyunun hoşgörü ve birliktelik anlayışını şekillendirmede çok güçlü bir etkisi vardır. Haber bültenlerinden tartışma programlarına, belgesellerden dizilere kadar pek çok format, toplumdaki farklı kimliklere nasıl bakmamız gerektiğine dair dolaylı veya doğrudan mesajlar verir. Sorumlu gazetecilik, bu noktada son derece kritiktir. Nefret söylemini besleyen, ayrıştırıcı başlıklar veya manipülatif görüntüler yerine, çatışma çözümünü, diyalogu ve birlikte yaşam tecrübesini öne çıkaran habercilik anlayışı, toplumsal barışı geliştirmeye yardımcı olur. Türk medyasında zaman zaman “ötekileştirici” manşetler veya yayınlar görülebilir. Bu durum, hassas konularda farkındalık eksikliği veya bilinçli manipülasyon sonucunda ortaya çıkabilir. Ancak, medya etiğine uygun yayıncılık, ayrılıkçı ve kin-düşmanlık tohumları ekmek yerine, hoşgörüyü ve diyalogu merkeze alan yayın politikaları yürütebilir. Örneğin, radyo ve televizyonlarda farklı kimlik gruplarının temsilcileriyle gerçekleştirilen sohbet programları veya belgesel serileri, seyircilere hem bilgi sunar hem de önyargıları sorgulamalarına zemin hazırlar.

Günümüzde sosyal medya platformlarının da etkisi yadsınamaz. Twitter, Facebook, Instagram, YouTube gibi mecralarda yayılan içerikler, çok kısa sürede geniş kitlelere ulaşır. Hoşgörü ve birliktelik temalı kampanyalar, bu mecralarda büyük yankı uyandırabilir. “Sosyal medya linci” gibi olumsuz örnekler olduğu kadar, “Sosyal medya dayanışması”nın da güçlü örnekleri mevcuttur. Doğal afetler, toplumsal krizler veya yardıma muhtaç kişilere yönelik kampanyalar, farklı kesimleri bir araya getirerek ortak bir dayanışma duygusu yaratır. Böylece, dijital çağın imkânları, hoşgörü ve birliktelik ideallerini daha da hızla yaygınlaştırmayı sağlar.

4. BÖLÜM / 6. KISIM

BAŞKA COĞRAFYALARDAN SOMUT ÖRNEKLER

──────────────────────────────────────

Ülkemizin yanı sıra, hoşgörü ve birliktelik konusunda örnek teşkil edecek çok sayıda uluslararası deneyim de vardır. Örneğin, Ruanda’daki “toplumsal uzlaşı mahkemeleri” (Gacaca), 1994 soykırımından sonra Hutu ve Tutsi toplulukları arasındaki nefret duygularını azaltmak ve birlikte yaşama iradesini yeniden inşa etmek için geliştirilmişti. Yerel düzeyde kurulan barış ve uzlaşı pratikleri, uluslararası toplumun desteğiyle de güçlendirilmiş ve eski çatışma taraflarının yüzleşmesini, diyalog kurmasını sağlamıştır. Bu model, “kültürel olarak özgün” bir formda inşa edilmiş olsa da Türkiye gibi farklı etnik gerilimler yaşamış toplumlar için ilham verici olabilir.

Güney Afrika’da, apartheid rejimi sonrasında kurulan “Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu” (Truth and Reconciliation Commission), toplumsal travmalarla hesaplaşma ve “tek millet” iradesini güçlendirme yönünde çarpıcı bir örnektir. Nelson Mandela döneminde geliştirilen bu model, suçlu ve mağdur tarafları bir araya getirerek, geçmişteki insan hakları ihlallerinin açığa çıkarılması ve sorumluların pişmanlık duyarak topluma yeniden kazandırılması amacını taşımıştır. Elbette, Türkiye’deki koşullar farklıdır; ancak bu uygulama, “geçmişle yüzleşme” ve “barışçıl geleceği inşa etme” arasında nasıl bir denge kurulabileceğini gösteren önemli bir örnektir.

İspanya’nın Bask Bölgesi’nde, uzun yıllar süren ETA terör örgütü faaliyetlerinden sonra, merkezi hükümet ve yerel aktörler, “barış süreci” ve “kültürel haklar” kapsamında çeşitli adımlar atmıştır. Bölgede Bask dilinin (Euskara) eğitim ve kamusal alanda kullanımını artıran düzenlemeler, bir yandan ayrılıkçı hareketin tabanını daraltırken, diğer yandan yerel halkın devletle kurduğu diyalogu geliştirmiştir. Benzer şekilde, Birleşik Krallık’ın Kuzey İrlanda bölgesindeki barış süreci (Good Friday Agreement), Protestan ve Katolik toplulukları arasında kalıcı bir siyasi uzlaşmanın zeminini hazırlamış, şiddet olaylarını büyük ölçüde azaltmıştır.

Farklı inanç ve kültür politikalarına sahip insanların bir arada kardeşçe yaşamaları sadece ülkemize mahsus bir yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzının dünyada tek örneği Antakya şehridir. Tarihten beri süregelen kültürel birliktelikte Müslüman, Hristiyan ve Musevi vatandaşlar aynı avluyu paylaşıp iyi ve kötü günlerinde birlikte sevinip birlikte üzülmüşlerdir. Türkçe, Arapça, Rumca, Kürtçe, Ermenice dillerinin konuşulduğu Antakya’da; “Tek Millet”, Türk Milleti”, “Ulus Devlet” ve “Üniter Devlet” bilinciyle “hep birlikte” hareket edilip “MİLLET” bilincinin oluşturulduğunu görmekteyiz. Görüleceği gibi, farklı kültür ve inançlara sahip bireylerin hoşgörü ve birliktelik bilinciyle hareket etmeleri “Üniter Devlet” ve “Ulus Devlet”i zayıflatmaz, aksine daha güçlü bir hale getirip, bireyin devlete olan inancını güçlendirir.

4. BÖLÜM / 7. KISIM

TOPLUMSAL HAFIZAYI DÖNÜŞTÜRME ÜZERİNE ÖRNEKLER

───────────────────────────────────────────

Hoşgörü ve birliktelik politikalarının bir diğer kritik ayağı, “toplumsal hafızayı dönüştürme” projeleridir. Anıtlar, müzeler, belgeseller ve anma törenleri, geçmişteki acıların, çatışmaların veya haksızlıkların unutulmasına değil; aksine doğru bir şekilde hatırlanmasına ve dersler çıkarılmasına aracılık eder. “Üniter Devlet” ve “Birliktelik Kavramı” içerisinde hareket eden farklı inanç ve kültüre sahip topluluklar, millet kavramını yok etmek için; “böl, parçala ve yönet” politikalarına karşı geçmişte omuz omuza verdikleri mücadeleleri toplumsal hafızaya dönüştürmek için yeni nesillere her vesileyle ve her yolla hatırlatma yapmalıdır. Toplumsal hafızanın dönüştürülmesini amaçlayan projelerde, akademi, sivil toplum, yerel yönetimler ve merkezi idare el ele çalıştığında çok daha güçlü sonuçlar alınır. Örneğin, Türkiye’de uzun yıllardır çeşitli kütüphane ve arşiv projeleri yürütülmekte, azınlıklarla ilgili tarihsel belge ve dokümanlar dijital ortama aktarılmaktadır. Üniversitelerin tarih, sosyoloji ve antropoloji bölümleri, bu materyalleri inceleyerek yerel halkın katılımıyla “halk tarihi” çalışmaları yapabilir. Bu sayede, daha evrensel ve kapsayıcı bir tarih kurgusuyla, genç nesillerin zihninde “farklılıkların aslında nasıl iç içe geçtiğini” gösteren bir bilinç oluşur. Örneğin Gaziantep, Antakya veya Mardin gibi farklı kültür ve dinlerin yüzyıllardır bir arada yaşadığı şehirlerde, “kültürel miras projeleri” adı altında restore edilen kiliseler, havralar, camiler ve tarihi çarşılar, turistik birer cazibe noktası olmanın ötesinde, “birlikte yaşama”nın tarihsel kanıtları olarak görülmelidir. Bu eserlerin korunması, yenilenmesi ve fonksiyonel hâle getirilmesi, geçmişin çeşitliliğini geleceğe taşıyan önemli bir adımdır. Kültürel mirasa sahip çıkma pratiği, günümüz toplumunda “farklı inanç ve kimlikler de bu ülkenin parçasıdır” mesajını somut biçimde verir. “Üniter Devlet” ve “Ulus Devlet” bilincini güçlendirip “böl-parçala-yönet” gibi federasyonun oluşumuna fırsat tanımaz.

4. BÖLÜM / 8. KISIM

SİYASİ PARTİLER VE PARLAMENTO: ÇOĞULCULUK ÖRNEKLERİ

────────────────────────────────────────────────

Hoşgörü ve birliktelik politikalarının toplumun her katmanında somut karşılık bulabilmesi, elbette ki siyasal sistemin de çoğulcu bir yapıya sahip olmasını gerektirir. Türkiye’de siyasi partilerin programları, seçim kampanyaları ve aday profilleri, bu konuda belirleyici olur. Farklı kültürlerden, inanç gruplarından, cinsiyetlerden veya engelli yurttaşlardan adaylar gösteren partiler, demokratik temsilin artmasına katkı sağlayarak “birlikte siyaset yapma” kültürünü yaygınlaştırırlar. Parlamento içinde, farklı siyasi görüşlerin aynı çatı altına girmesi, tartışma zeminini zenginleştirirken uzlaşma becerisinin gelişmesine de imkân tanır. Somut olarak, TBMM’de kurulan “insan hakları” veya “anayasal uzlaşma” komisyonları, ülkenin çokdilli ve çokkültürlü yapısına dair konularda partiler üstü çalışmalar yaparak önemli raporlar hazırlayabilir. Buradan çıkan sonuçlar, toplumda tartışma sağlayarak hoşgörüyü güçlendirecek kanun tekliflerine dönüşebilir. Yine, parti programlarında “farklı kimliklerle barış içinde yaşama” hedefi açıkça belirtildiğinde, siyasi faaliyetlerin nefret söylemine kayması da engellenebilir. Bütün bunlar, “üniter devlet bölünüyor” endişesine kapılmaksızın yürütülebilir. Aksine, farklı kesimlerin politik sisteme tam katılımı, üniter yapıya duyulan inancı sağlamlaştırmaktadır.

................................