"Şöhret bir meslek değil ben oyunculuk yapıyorum"

Oyuncu Tamer Karadağlı, şöhretini kaybetmekten korkmadığını belirterek, "Şöhret bir meslek değil. Benim bir mesleğim var, ben oyunculuk yapıyorum. Yaptığım işten dolayı şöhretli olmuşsam eğer ne ala. Ama bu iş bayrak yarışıdır." dedi.

 

İzleyicinin daha çok "Çocuklar Duymasın"ndaki "Taş fırın erkeği - Haluk" karakteriyle tanıyıp sevdiği tiyatro, dizi ve sinema oyuncusu ve dublaj sanatçısı Tamer Karadağlı, AA muhabirine açıklamalarda bulundu.

Sanatçı, ABD'den Türkiye’ye gelişindeki yolculuğu, geçmişten bugüne adım adım ilerleyen şöhretli kariyeri, sektöre bakışı, yaşadıkları, kızı Zeyno ile anılar biriktirmeye yönelik çok özel ilişkisi, özel hayatı ve korona günlerine dair soruları içtenlikle yanıtladı.

Anadolu Ajansı'nın korana günlerinde sizleri evlerden ağırladığı röportajımıza hoş geldiniz. Nasıl geçiyor bugünleriniz?

"Hoş bulduk, ben teşekkür ederim. Vallahi herkes gibi geçiyor. Evdeyim, kurallara uymaya gayret ediyorum, evden çıkmıyorum. Sıkça elimi, yüzümü yıkamaya ve elimi yüzüme götürmemeye gayret ediyorum. Kurallara uyuyorum yani."

Azerbaycan kökenli Karslı bir aileden geliyormuşsunuz. Siz nerede doğdunuz?

"Benim doğum yerim Ankara ama baba tarafım Kars’ta doğdu. Büyükbabamlar, babaannemler ise 1900’lerin başında Azerbaycan’dan göçmüşler."

"Olmam gereken yer Türkiye"

İlkokul öncesi aile ile ABD'ye gitmişsiniz ve bir müddet sonra -ilkokul 3'üncü sınıfmış galiba- dönmüşsünüz. Sonra yine lise bitimine kadar oradaymışsınız. Bu süreci anlatır mısınız?

"Evet, doğru. İlkokula Amerika’da başladıktan sonra üçüncü sınıfta tekrar Türkiye’ye döndük. Ankara Kolejine yazıldım. Sonra lisede tekrar Amerika’ya gittik. Tekrar döndük. Döndükten sonra artık buradaydım. Liseyi burada bitirdim, üniversiteye Ankara’da girdim ve orada bitirdim. 1998 yılının ortalarında da İstanbul'a geldim."

ABD'ye neden gittiniz ve neden orada kalmadınız, devam etmediniz?

"Burada Ankara Koleji’nde okurken 'Amerika’ya gidelim' dedim. Çünkü uyum da sağlayamamıştım o zamanlar küçükken. Annem 'Peki oğlum, Amerika’ya mı gitmek mi istiyorsun? Gidiyoruz tekrar o zaman.' dedi. Gittik fakat bu sefer Amerika’ya uyum sağlayamadım. Buranın belli şeylerine alıştıktan sonra Amerika bu sefer farklı geldi. Dedim ki benim olmam gereken yer Türkiye. 'Amerika'ya tatile gider, gelirim ama yaşayacağım yer Türkiye' dedim."

Ankara’ya dönüş sonrası yıllarında sinema tutkunuz başlamış öyle mi?

"Sinema tutkum çok küçük yaşta başladı zaten. Annem sinemayı çok severdi ve sürekli sinemaya giderdik. Küçük yaştan beri sinemaya ilgim olduğu için, Amerika’dan yine döndükten ve liseyi bitirdikten sonra 'Ne yapayım?' diye düşündüğümde 'Bari oyuncu olayım.' dedim. Çünkü bir sürü şey olmak istiyordum ve baktım ki hepsi olamayacağım, oyuncu olayım hepsini oynarım diye düşündüm."

Fakat oyunculuk öncesi seslendirme yolculuğuna çıkmak ve eğitim almak istemişsiniz...

"Hayır, zaten Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümünü kazandım. Tiyatro bölümünde okurken de harçlığımı çıkartmak için işte ne yapayım derken tiyatro öğrencileri seslendirme yapar diyerek ben de TRT’de seslendirme yapmaya başlamıştım."

Ama tiyatro bölümünü de Shakespeare'in "Kuru Gürültü" adlı oyununu hem Türkçe hem İngilizce oynayarak kazanmışsınız. Hangi hocalar vardı sınavda?

"Evet, doğru. Sınavda rahmetli Cüneyt Gökçer, sonra hala çok sevdiğim hocam, ağabeyim, ustam Lemi Bilgin, fonetik hocamız Neslihan Ekmekçioğlu vardı. Leyla Barutçu vardı. Böyle bir kadro vardı. Ben 4. Murat'ın 'Kur'an’dır bu, her karanlığı aydınlatandır bu!' tiradını hazırlamıştım. Sonra Cüneyt Bey ikinci parçayı sordu. 'Shakespeare'in Kuru Gürültü'sü var hocam. Hem İngilizcesi hem Türkçesi var.' dedim, İngilizcesini oynadım. Yarısına gelmeden 'Türkçesini oyna bakalım aynı parçayı.' dedi. Türkçesini oynadım. 'Tamam çıkabilirsin.' dedi."

"Dublajda rol yapmazsınız, yapılmış olan role hizmet edersiniz"

Yıllarca birçok ünlü oyuncunun ve kahramanın seslendirmesini yaptınız. Bunların içinde en çok George Clooney var. Bunun yanında Al Pacino, Kevin Costner, Antonio Banderas gibi birçok ismin yanı sıra, "Iron Man - Tony Stark", "Star Wars 3- Darth Vader" karakterler ve projeler de var.

"Evet, doğru. Star Wars’ta Darth Vader'in çıktığı bütün filmleri ben seslendirdim. Çünkü zaten Darth Vader ile Lucas Film’in onaylandığı sesim. Benden başka kimsenin konuşmaması gerekiyor. Clint Eastwood, Iron Man var, yani çok var."

Darth Vader ile karanlık taraftasınız…

"Evet, evet. 'Senin baban benim!' ünlü repliği."

Seslendirme hakkında, "Dublajda rol yapmazsınız, yapılmış olan role hizmet edersiniz. Tabii ki tonlamanın Türkçeye uyması gerekir ama en önemlisi karakterin ruhuna zarar vermemektir." demişsiniz. Seslendirmenin oyunculuk kadar önemli olduğunu düşünüyor musunuz başlangıç noktası olarak?

"Yani oyunculuğa başlama noktası olarak düşünemeyiz tabii ama yurt dışında da 'Voice Actor' diye bir şey var. Her seslendirme yapan oyuncu olmak zorunda değil. Seslendirme ile dublaj çok ayrı bir şey bence."

Nedir? O ayrımı açıklar mısınız?

" 'Seslendirme' yaptığınız zaman bir radyo tiyatrosunda seslendirme yapabilirsiniz ama 'dublaj' dediğiniz zaman duble ediyorsunuz. Yani oynamış olan bir insanın üzerine konuşuyorsunuz. Dolayısıyla o farklı oluyor. Şimdi bir karakteri seslendiriyorsanız eğer bir filmde, o oyuncu o rolü aylarca düşünmüş, yönetmenle tartışmış, her sahneyi ince ince düşünerek çekmişler. Sen stüdyoya girip kendi rolünü katamazsın. Çünkü o yorum zaten oyuncu tarafından katılmış. Siz o role hizmet edersiniz."

Seslendirme o zaman çok daha yaratıcılık isteyen bir durum?

"Yani teknik bir şey seslendirme. Ben hala çok keyif alarak yapıyorum. En son 'Börü' filminde Ulu Önder Atatürk’ü seslendirdim. Büyük bir keyifle seslendirdim. Çünkü, George Clooney'yi, Kevin Costner’ı, Iron Man’i seslendiriyorsunuz ama bir de Ulu Önder Atatürk’ü seslendiriyorsunuz. Onun konuşma şekli, onun cümlelerini en doğru şekilde karşıya yansıtmanız gerekiyor."

Belki de bu sizin için bir mihenk taşıdır seslendirme kariyerinizde?

"Tabii ki, elbette, mutlaka öyle. Büyük bir keyifle seslendirdim ve para almadım."

Para almamanız, manevi olarak da borcumuzu ödemek gibi bir şey aslında öyle mi Ulu Önder’e? Öyle düşünülebilir mi?

"Yani şöyle düşünmek lazım, ben bu işten para kazandım, çok keyifli işler yaptım. Tabii ki bir ticaret yapıyorsunuz. Yaptığınız şeyin karşılığını alıyorsunuz. Ama bazı şeyler var ki para ile ölçülemez. Benim için Atatürk’ü seslendirmek de böyle bir şeydi. Zaten ben başka şeyleri seslendirip o parayı kazanırım. Bundan para beklemek çok doğru bir şey değildi."

1993-1999 yılları arasında benim de izlediğim "Ferhunde Hanımlar" ile başladınız Ankara’da, çok da güzel bir diziydi.

"Şimdi yine oynuyor, TRT başlatmış yine."

Öyle mi? Çok güzel. Korona günlerinde yeniden bakalım. "Ferhunde Hanımlar"ın ardından "Şaşıfelek Çıkmazı" yine TRT ile devam ettiniz ve uzun yıllar da bu dizilerde rol almanızın ardından aslında yavaş yavaş gelişen bir şöhret basamağını "Çocuklar Duymasın" ile kazandınız. Ne hissediyorsunuz?

"Doğru, yani 'bir gecede patladı’ gibi pop star durumum yok benim. Ben bu işin eğitimini aldım zaten. Okuldan yeni mezundum 'Ferhunde Hanımlar’da çalışmaya başladım. Çok iyi oyuncularla çalışma fırsatım oldu. Günlük diziydi ve 1500 bölüm neredeyse 'Ferhunde Hanımlar’da oynadım. İstanbul’a geldikten sonra birçok başka dizide oynadım. 'Nasıl Evde Kaldım?', 'Sarı Evin Esrarı', 'Şaşıfelek Çıkmazı' oldu. 'Çocuklar Duymasın'a gelene kadar bir sürü iş yaptım. Şöhret basamaklarını üçer beşer çıkmış olmadım, teker teker çıkmış oldum."

"Çocuklar Duymasın miadını doldurdu"

"Çocuklar Duymasın" uzun yıllar süren bir dizi oldu. 17 yıl sürdü sanırım?

"Evet arada bir 8 yıl boşluk var."

En son versiyonunda rol aldıktan sonra 'Dizi benim için bitti.' dediniz değil mi?

"Evet, yeterince oynadım artık. 3 kere ara vermiştik. 2002'de başladık, 2004'te bitti. Sonra 2010'da başladık tekrar 2 yıl o sürdü, sonra ara verdik. Sonra 1 yıl başka kanalda oynadık, sonra Kanal D’de bu sefer 2 sene oynadık. Tamam artık, miadını doldurdu."

Fakat aynı zamanda 'Reddedemeyeceğim bir teklifle gelirlerse bana tekrar düşünürüm.' demişsiniz. Bunu ekonomik anlamda mı söylüyorsunuz?

"E tabii ki mutlaka. Çünkü profesyonel bir iş yapıyorsunuz."

Salon erkeği, romantik erkek karakterlerinden çok sert erkek rolleri geliyormuş. "Taş fırın erkeği" lakabıyla canlandırdığınız "Haluk" karakteri için neler söyleyeceksiniz? "Taş fırın erkeği" tiplemesi üzerinde hiç oynamalarınız oldu mu? Mesela dizi karakteri bu kadar çok sevilirken siz bu tiplemeyi önemsiyor muydunuz? Kars kökenli kalabalık bir aile içinden geliyorsunuz. Bunun iz düşümü var mıydı "Haluk" karakterinde?

"Bir kere Birol Güven çok güzel karakter çıkarmış. Yani birebir benim yarattığım bir şey değil. Benim üzerine koyduğum şeyler olabilir. Birol da benim üzerine koyduğum şeyleri parlattı. Bu birlikte çalışmanın getirdiği bir şey oldu. Doğaçlama yapmaya kesinlikle inanıyorum. Çünkü o doğaçlamalardan çok güzel şeyler çıkıyor. İşte ‘Ba ba ba, Ana!' lafı o doğaçlamalardan çıktı. 'Taş fırın erkek - Haluk' karakteri aslında Türk erkeğinin alt benliği. İnsanlara niye bu kadar yakın, sıcak geliyor? Çünkü kadınlar belki kocasına, babasına, ağabeyine, kardeşine, nişanlısına, erkek arkadaşına benzetiyor. Erkekler de kendini görüyor bir çok anlamda. O yüzden insanların ruhuna bu kadar dokundu."

"Televizyon ticarethanedir"

Tiyatronun hayatın geçinme kısmında, yani ekonomik anlamda standartları oluşturmadığını düşünürsek, televizyon dizilerinde oynamayı seçen ve bu yolda başarı kazanan bir aktör olarak, sizce seçilen dizi bir oyuncu için sadece ekonomi olarak mı önemlidir? Yoksa oyuncu burada rolün sevilmesi ve idealize edilmesi durumunu öncelikli olarak düşünür mü?

"Televizyon ticarethanedir. Yani siz bir dizide oynamaya başlarsınız televizyon kanalı bundan kar etmek ister. Bu dizi tutsun, reklam alsın, reytingleri yüksek olsun ve uzun sürsün. Bir reklam akışı olsun diye bakar. Bence oyuncular da benzer şekilde bakmalı. Televizyon daha çok ticari bir şey. Televizyondan kazandığınız parayı tiyatrodan kazanamazsınız."

"Herkes televizyonda bir aslan vurmak ister. Öyle bir iş yapmak ve hafızalara kazınmak ister." demişsiniz bir söyleşinizde. Siz bu konuda şanslısınız galiba...

"Tabii orada benim anlatmaya çalıştığım şey zaten buydu. 'Başarılı bir iş yapmak, kariyerinde aslan vurmak' derler ya o örneği vermek amacıyla söyledim. 'Çocuklar Duymasın’a baktığınız zaman her bir bölümü tekrarları ile birlikte 900 ile 4 bin kez arasında gösterilmiş bir diziden bahsediyoruz. Ben de bu dizinin başrolünde oynadım. Şimdi 'Çocuklar Duymasın' herhangi bir dizi değil, efsane ligindeki bir dizi. Hala şu anda 4 kanalda birden oynuyor. Bundan biz pay alabiliyor muyuz? Hayır!"

Tekrarlardan telif hakkı almıyor musunuz?

"Tabii ki hayır. Kim alıyor?"

Çalışma hakları için oyuncu sendikaları bir şeyler yapıyor mu?

"Çalışıyorlar ama hala net bir adım atılabilmiş değil. Halbuki yurt dışında sizin oynadığınız bir dizi ya da film tekrar gösterildiği zaman hak talep edebiliyorsunuz. Mesela müzisyenler bu haklarını elde ettiler. Ama ne yazık ki henüz televizyon sektöründe böyle bir şey yok."

Sinema filmleriniz de oldu. Bunlardan bir tanesi Superman ile dalga geçen "Süper Türk", "Pamuk Prens Tamer" ise tamamen sizin kendinizle dalga geçtiğiniz filmdi. Tabii bu arada "Bir Tutam Baharat", "Beyza'nın Kadınları", "Şans Kapıyı Kırınca", yabancı film "Living & Dying" ve son olarak "Börü" gibi filmleriniz de oldu. Türk sinemasının dünyadaki yerini ve ayrıca sizin sinemadaki yerinizi değerlendirir misiniz?

"Benim kendimi Türk sinemasında değerlendirme gibi bir şeyim olamaz. Onu ben değerlendirmem."

"İnsan kendisiyle dalga geçebiliyorsa bu çok önemli bir şeydir"

Ya da bu projelerde yer almanızla ilgili neler hissediyorsunuz diyelim?

"Ben hoşuma giden işlerde yer almaya özen gösterdim. 'Süper Türk' aslında Superman ile dalga geçmiyordu. 'Superman eğer Amerika yerine Türkiye’ye bebekken gelmiş olsaydı ne olurdu?' durumunu hicvetmeye çalıştık. 'Pamuk Prens' çok keyifle çalıştığım işti Birol (Güven) ile birlikte. Evet, kendimizle dalga geçtik. Ben insanın kendini çok fazla ciddiye almaması gerektiğine inanıyorum. İnsan kendisiyle dalga geçebiliyorsa bu çok önemli bir şeydir. Bir 'Tutam Baharat'ta çok keyifle çalışmıştım. Yunanistan’da çekmiştim ve Yunanistan adına Oscar aday adayı oldu. Çok güzel bir filmdi her şeyiyle. Oyunculuğu, rejisi, hikayesi, müziğiyle... Onlarca ödül kazandı. 'Beyza’nın Kadınları' keyifli bir filmdi."

Değişik bir filmdi…

"Yani ben başrolünü oynuyorum zannediyordum. Filmi seyrettiğimde öyle olmadığını gördüm."

Biraz karışık değil mi?

"Fazla karışıktı evet. 'Börü'de ben oynamadım. Kısa bir bölüm, flashback vardı geçmişe dönüş. Orada Ulu Önder Mustafa Kemal’in bir sahnesi vardı, Atatürk’ü seslendirdim."

"Koronavirüs yüzünden bütün tiyatrolar durunca biz de durduk"

Tiyatroda "İkinin Biri" oyununuz vardı en son değil mi? Zeyno Gönenç ve Volkan Severcan ile... Dizide de birlikteydiniz. Son durum neydi tiyatro oyununuzda?

"Evet devam ediyorduk zaten geçen sene Mart ayında başladık. Bu sene turneye çıkmak üzereydik zaten ama koronavirüs yüzünden bütün tiyatrolar durunca biz de durduk."

Umarım düzelir ve devam edersiniz.

"İnşallah bakalım. İnşallah hayat normale döner bir an önce."

Televizyonda sunuculuk deneyiminiz de oldu. "Güven Bana", "Kim Milyoner Olmak İster" ve "Ben Bilmem Eşim Bilir" gibi programlar da sundunuz...

"Kim Milyoner Olmak İster'de bir bölüm sunuculuk yaptım. Çünkü Kenan (Işık) ağabeyin durumu malum. Her bölüm bir başka ünlü ile yapıyorlardı. Belki o arada da 'hangi ünlü daha uygun oluyor'u da test etmiş oldular. Rica üzerine bir bölümünü sundum ben."

Aslında biraz 'audition' gibi olmuş galiba hepiniz için?

"Ee, tabii..."

Sunuculuğu sevdiniz mi? Yapmak ister misiniz yine?

"Yani sunuculuk bizim işimiz değil. Yurt dışında da baktığınızda siz Clint Eastwood’u ya da Robert De Niro’yu bir yarışma sunarken gördünüz mü? Öyle bir şey olmaz. Herkes kendi işini yapar."

"Kitaplarımın yüzde 90'ını okudum"

Netflix dizileri izliyormuşsunuz. Galiba "Mad Man" fanatiğiydiniz? Önereceğiniz diziler var mı bu günlerde?

"Evet, 'Mad Man' izledim tabii. 'Breaking Bad'i ben çok beğenmiştim. İzleyenler bilir, çok iyi bir diziydi. 'Breaking Bad’in karakterlerinden biri üzerine bir dizi daha yaptılar. 'Better Call Saul' diye. O çok iyi bir dizi. Var, bir sürü dizi izliyorum aynı anda. Bugünleri böyle geçiriyoruz soğukkanlı bir şekilde. Dizi seyret, kitap oku, arkamda kocaman bir kütüphanem var zaten. Ha babam kitap okuyorum. Yemek yapıyorum, yemek yiyorum, dizi seyrediyorum, kitap okuyorum, bir daha yemek yiyorum."

Saçma bir soru sorayım, bayağı bir kitabınız var. Hepsini okudunuz mu kütüphanenizdeki kitapların?

"Yüzde 90'ını okudum. Ben çok fazla okuyorum."

Yalnız kovboy musunuz hala?

"Evet."

Bu erkeklerin sıklıkla söylediği kadınları tanıyamamak, anlayamamaktan mı ileri geliyor? Yoksa bekar olmayı mı seviyorsunuz?

"Yani öyle bir şey olduğunu da zannetmiyorum. Kadınları hangi erkek anlamış ki ben anlayayım? O çok iddialı bir şey olmuş olur. Sadece artık cedelleşmemeyi öğreniyorsunuz. Çünkü gençken belki kişiliğinizi daha bir ortaya koymak istiyorsunuz, 'onu yapmam, bunu yapmam, şöyle davranmam' diyerek. Ama insanın yaşı ilerledikçe hayata biraz daha yumuşak bakmayı öğreniyor. Çünkü hayat bir ilerleme sonuçta. Tecrübelerinizden ders alıyorsunuz. Hayata biraz daha tebessümle bakmayı öğreniyorsunuz. Hayatın içinde zaten bir mücadele var. Hayatı daha da zorlaştırmaya gerek yok. Anlaşamadığınız biriyle karşılaşırsanız eğer uzaklaşıyorsunuz ondan."

Kız babasısınız. Zeyno ve sizi de biraz Instagram'dan "stalk"ladım. O genç bir müzisyen olma yolunda ilerlemiş ve Bach ve Chopin çaldığı videolarına baktım. Piyanonun tuşlarının üzerinde parmakları dans ediyor adeta, maşallah…

"Öyle mi? Evet doğru. Zeyno Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı piyano bölümünde okuyor. Özel bir kulağı var. Absolut kulak deniyor onlara. Çok yetenekli ve çok güzel. Ben de onu dinlemeye doyamıyorum."

5 yaşında bir videosunu paylaşmış. Sizin hayranı olduğunuz Kris Kristofferson’ın bir parçasını söylüyor elinde çocuk gitarıyla. Sanırım yıllar sonra da Kris Kristofferson’ın konserine İsviçre’de beraber gittiniz Zeyno ile...

"Doğru. Ben 17 yaşındayken seyretmiştim Amerika’da, konserine gitmiştim. Yıllar sonra yine kızımla beraber konserine gittim. O da Kris Kristofferson’ı sahnede izleme fırsatı buldu."

"Benim derdim kızımla anı biriktirmek"

Tırla Amerika turu yaptınız kızınızla. Bunu söylemem lazım, Peterbilt Semi Truck, 585 beygir ve 18 vitesli bir Tırı siz kullanmışsınız öyle mi?

"Doğru, aslında biraz önce Kris Kristofferson dedik ya 10-11 yaşlarındaydım. Kris Kristofferson’ın oynadığı 'Konvoy' diye bir film vardı. Benim yaş grubumda olanlar hatırlar. O filmde Kris Kristofferson Tır şoförünü oynuyordu. Ben de o zaman filmi de çok beğenmiştim ve tır şoförü olacağım diye karar vermiştim. Sonra tabii ki tır şoförü olmadım. 40 yıllık bir hayaldi bu. 40 yıl sonra kızımla birlikte Amerika’da tır kiraladım. Tırla dolaştık. Çok büyük bu tırlar, kullanmak da kolay değil. Türkiye’den gitmeden bütün ehliyet sınıflarını aldım. Ağır vasıta ehliyetim var. Tır, kamyon, otobüs kullanabiliyorum."

Harika, işsiz kalmazsınız…

"Yok, yok..."

Maceralı, gezinti dolu bir hayat yaşıyorsunuz ve mümkün olduğunca kızınızla yapıyorsunuz bunu. Kızınızın çıtayı biraz yükseltip, ileride özel hayatında aradığını bulamamasına sebep olabilir mi acaba?

"Bilmem o kadar komplike düşünmedim ben açıkçası. Benim derdim kızımla anı biriktirmek. Kızımla ne kadar çok vakit geçirirsem, yaptığım şeylere onu da dahil edersem işimin dışında, bunun en değerli şey olduğuna inanıyorum. İleride onun da hatırlayacağı birçok şey olacak ama 'benim babam böyleydi, kocam bunları yapmıyor' diye düşüneceğini zannetmiyorum. Çünkü her insanın yapısı, kişiliği farklı. Benim derdim kızımla anı biriktirmek, kızımla paylaşmak birçok şeyi. Çünkü ben Zeyno ile vakit geçirmeye bayılıyorum. Çok iyi anlaşıyorum. Onun görüşleri benim için çok önemli olabiliyor. Çünkü artık 14 yaşında ve çok güzel saptamalarda bulunuyor. Ben bile bazen 'hmm, bak ben böyle düşünmemiştim' diye düşünüyorum. Ben mi onu büyütüyorum, o mu beni büyütüyor belli değil."

Çok hoş. Nerelere gittiniz birlikte?

"O kadar çok yere gittik ki birlikte. İtalya'ya, İsviçre’ye, Amerika’ya, Kanada’ya gittik. Amerika’da o kadar çok yere gittik ki... Kaliforniya, Arizona, Teksas, Florida, New York, New Jersey. Çok yere gittik."

Hayallerinizi kızınızla birlikte mi gerçekleştiriyorsunuz yoksa kızınızın yeni başlayan hayallerini mi gerçekleştiriyorsunuz?

"Eminim onun hayalleri farklıdır ama ben kendi hayatım içinde ya da tatile gidiyorsam, 'Zeyno’yu da anneannesine bırakalım, biz kendi hayatımızı yaşayalım' gibi görmüyorum. Onu da kendi planlarımızın içine dahil etmenin çok önemli olduğuna inanıyorum. Dediğim gibi ileride onun da hatırlayacağı anı biriktiriyoruz. Belki zaman zaman sıkılıyor, ‘öff, şimdi buraya da geldik.’ filan diye düşünüyor. Ama ileride hatırladığı zaman 'ne güzel gezmiştik' diye düşünecektir eminim."

Zor bir baba değilsiniz anladığım kadarıyla? Hatta sosyal medyada etkileşim içindesiniz onunla ve fotoğraflarının altına yorum da yazıyorsunuz. Hatta yorum yaptığınız bir fotoğrafının altına bir yaşıtı, arkadaşının yorumunu okudum, ‘keşke benim babam da böyle etkileşim halinde olsa’ benzeri bir yorum yapmış. Bilmiyorum fark ettiniz mi? 

"Öğrendiğim bir şey varsa, o da asla, asla dememek"

"Fark etmedim hayır. Ben başka türlüsünü bilmiyorum. Başka insanlar adına konuşabilmem mümkün değil. Ben Zeyno ile çok iyi anlaşıyorum. Çok gülüyorum, çok iyi vakit geçiriyorum. Zeyno benim hayatımdaki en önemli şey. Her anne-baba için evladı öyledir mutlaka. Ama bunun aksinin nasıl olduğunu bilmiyorum ki ben. Tabii ki paylaştığı şeyleri takip ediyorum ve bir şey yazmak istiyorsam yazıyorum. O bazen benim paylaştığım şeylerle dalga geçiyor. ‘Baba ya, bu çok kıro, kaldır bunu!’ falan yapıyor. 'Nee, kıro mu? Tabii...' Bazen ‘Baba bunu giymeyeceksin değil mi?’ falan diyor."

Genç kız işte…

"Tabii, tabii. Yani bazen çok gülüyorum. 'Zeynocuğum bak, ben bu ülkenin en ünlü adamlarından biriyim. En yakışıklı adamlarından biri kabul edilirdim ben. İnsanlar böyle derdi' dediğimde, ‘ya baba saçmalama, öff.’ falan yapıyor. Dalga geçiyor benimle."

Maşallah, hep böyle güzel devam edin dileyelim. Peki annesi Arzu Balkan’a gelelim. Onunla dostluk, güven ve arkanızda duran bir insan olarak uzun yıllar bir birlikteliğiniz ve evliliğiniz oldu. Daha sonra boşandınız. Acaba ilerleyen yaşlarda tekrar evlilik olabilir mi kendisiyle?

"Öğrendiğim bir şey varsa, o da asla, asla dememek. Ama artık biz onları geride bıraktık. Boşanalı 13 yıl oldu zaten. Hala her gün görüşüyoruz, konuşuyoruz. Kızımız var zaten hiçbir zaman iletişimimiz kesilmedi. Ama tekrar öyle şeyler, onları geride bıraktık biz."

Hayatınızda bir şeylerden bıkkınlık duyduğunuz dönemleriniz oldu mu?

"Bıkkınlık demeyelim de hayat bir değişim ve gelişim aslında. Bundan bıkmak çok doğru mu emin değilim. ‘Bu kadar ilgi-alakadan sıkılmıyor musun? Bıkmadın mı bu şöhretten?’ Hayır. Çok ayıp bir şey bence o ilgiden sıkıldım demek. Bu çok özel bir şey. İnsanların ruhuna, kalbine dokunmuşsunuz ki size o ilgiyi-alakayı gösteriyorlar. Bundan bıkmış olmak bence büyük bir haksızlık gibi geliyor. Tabii ki bir gelişim içindeyiz. Eskiden olduğu kadar şöhreti ciddiye alıyor muyum? Hayır. Çünkü şöhretin tanımı da değişti artık. Bizim o ilk zamanlarımız gibi değil. Sosyal medya yoktu. Şimdi bambaşka mecralar var. İnsanlar farklı şeylerden dolayı da şöhret olabiliyor. Biri nasıl makyaj yapılır diye paylaşımlar yapıyor ama fenomen oluyor. Bilmem kaç bin takipçisi var. Tanımlar değişti."

"Şöhreti kaybedersek ‘Biz de zamanımızı güzel yaşadık be!' deriz"

Şöhreti kaybetmekten korkar mısınız?

"Hayır, şöhret bir meslek değil. Benim bir mesleğim var, ben oyunculuk yapıyorum. Yaptığım işten dolayı şöhretli olmuşsam eğer ne ala. Ama bu iş bayrak yarışıdır. Benim şöhretim de ölene kadar bu şekilde olmayacak. Arkadan gençler, yeni insanlar geliyor, sektör kendini yeniliyor. Gençlere de yer açmak gerektiğine inanıyorum. Ben de 70 yaşıma geldiğimde 19 yaşında bir kızla sevgili oynamayacağım herhalde. Sektörün kendini yenilemesi gerekiyor. Herkes de sektör ve o dönem içinde kendi yerini buluyor ya da bulamıyor. O şöhreti de kaybedersek geriye dönüp bakar, ‘Biz de zamanımızı güzel yaşadık be!' deriz."

Mesleğiniz var ve bir proje gelmemesi üzer galiba sizi öyle mi?

"Yani belli bir yaştan sonra evde oturup da proje beklemiyorsunuz. Projeleri siz belirliyorsunuz. Zaten, belli bir zaman geçmiş bu piyasanın içinde, yapımcıların çoğu arkadaşım. Hepsiyle zaten iyi ilişki içindeyim. 'Ah bir dizi olsa da, ben de bir oynasam' gibi böyle evde oturup ağlayacak değilim. Bir teklif gelirse değerlendiririm, kendime uygun olup olmadığına bakarım ya da oynamam. Keşke bir dizide oynasam diye bir derdim yok. Hiç oynamayabilirim de..."

Sizin ürettiğiniz, yapmak istediğiniz ya da gündeme gelecek yeni bir proje var mı şu günler geçtikten sonra?

"Projeler tabii ki var ama sen de biliyorsun ki bu projeler motor denene ve yayına çıkana kadar proje olarak kalır. O projelerin gerçekleşmesi uzun sürer. Yoksa bu sektördeki herkesin projeleri vardır zaten. Önemli olan o projeleri hayata geçirebilmek. Bizim de tabii ki projelerimiz var. Bu korona günlerinden önce 'Savaşçı' diye bir dizi var. Orada bir bölüm konuk oynayacaktım. Çünkü yapımcısı çok iyi arkadaşım. '100. bölümü için çok özel bir karakter yazıldı ve acaba Tamer oynar mı? diye yazılırken de hep seni düşündük.' dedi. Tabii dedim niye oynamayayım? Yurt dışında da öyledir. Bir sürü dizide bazı ünlüler gelir, bir bölüm oynar gider."

Çarpıcı roller olur onlar da evet. Bu günler geçince çekimler başlayınca oynayacaksınızdır tabii. Neyi oynayacaksınız?

"Tabii, tabii. Bu günler geçtikten, yani piyasa açıldıktan ve dizilerin çekimlerine başlandıktan sonra eğer fikirlerini değiştirmedilerse muhtemelen oynayacağım. Oynayacağım karakterin adı Göktürk Albay."

Mesajınız var mı izleyenlere, okuyanlara?

"Evde kalın. Sağlığınıza dikkat edin. Bugünleri de soğukkanlı bir şekilde geçireceğiz. Teşekkür ederim."