Milliyet gazetesinin tecrübeli isimlerinden Devrim Sevimay toplumun farklı kesimleriyle "Kürt Sorunu"nu konuştu. Ahmet Kaya'nın eşi Gülten Kaya, Saadet Partisi lideri Numan Kurtulmuş ve Politik psikolji uzmanı Prof. Dr. Vamık Volkan, Sevimay'ın sorularını yanıtladı.
SORULAR
ÇATIŞMANIN ÇÖZÜM MODELİ
1- PKK’nın silah bırakması ve dönüş sürecinde nasıl bir yöntem izlenmelidir?
2- PKK kadrolarını dağdan indirmek amacıyla af ilan edildiği takdirde kapsamı ne olmalıdır?
3- Çözüm sürecine Abdullah Öcalan’ın da dahil edilmesi yolundaki taleplere nasıl bakıyorsunuz?
4- Çözüm süreci boyunca operasyonlar durmalı mı durmamalı mı?
5- Terörün bitme menziline girdiği konusunda yayılan iyimser havaya katılıyor musunuz?
KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜM MODELİ
6- Türkiye’de yaşayan Kürtlere mevcut Anayasa ve yasalarla tanınmış olan hak ve özgürlükler alanının genişletilmesi gerektiğini düşünüyor musunuz; düşünüyorsanız bu düzenlemeler neleri içermelidir?
7- Soruna çözüm çerçevesinde demokratikleşme paketi ve ekonomik önlemler yeterli midir? Bölgeye özel düzenlemeler de yapılmalı mıdır?
8- Toplumsal mutabakatın sağlanması için sizce en çok dikkat edilmesi gereken husus nedir?
9- Sizin açınızdan bulunacak çözüm modelinin “olmazsa olmaz” çizgileri nelerdir?
10- Bu konuda sorulmadığı halde yanıtlamak istediğiniz soru varsa nedir?
"AYNI EVDEYİZ AMA ‘ROJ BAŞ’I BİLEN VAR MI?"
(* Günaydın)
GÜLTEN KAYA (Ahmet Kaya’nın eşi ve müzik prodüktörü):
1- DTP KÜRT HALKINI TEMSİL EDİYOR: Benim yanıtlarım net olacak. Bu netliğin, bu dramın mağduru olan Türkiyeli bir Kürt yurttaşın, sorunun gerçekten çözülmesine yönelik güçlü isteği olarak algılanmasını isterim.
PKK, bitmesini kayıtsız-koşulsuz istediğimiz bu savaşın taraflarındandı. Önce bunu tolore etmek zorundayız. Öcalan (eğer doğruysa) kendisinin muhatap alınmasını çok da önemsemediğini söylemişti. Bu durumda Kürt halkını temsil eden DTP başta olmak üzere, toplumun, aklına ve sağduyusuna ve samimiyetine güvendiği herkes ve her kurumla yol yürünmelidir. Demokratik metot açısından da doğru olan budur.
2- AF, KAYITSIZ, KOŞULSUZ OLMALI: Bu teknik bir konu gibi görünse de değil. Tersine, on binlerce insandan ve onların ailelerinden oluşan geniş bir yığından söz ediyorsak, bunu “merhamet” ya da “devlet olgunluğu” gibi algılatmamalı. Zira, “af” sözcüğü incitici bile olabilir. Akıl şunu gerektirir: Bu insanlar bu ülkeyi sırtlayıp bir yere götürmeyeceklerine, tersine daha güçlü bir ülkenin sırtlayıcıları olmak istediklerine göre, erki temsil edenler, kayıtsız koşulsuz bir afla onları hayata katmalıdır. Bana göre, nerede isterlerse orada..
3- NE GEREKİYORSA O YAPILMALI: Bir halkı diliyle kültürüyle toptan yok saymanın, bizi ülke olarak getirdiği yerden memnuniyetsiz isek, yakın tarih boyunca içine itildiğimiz bu berbat serüveni sonlandırmak neyi gerektiriyorsa o yapılmalı. Siyasetin “bölen” diline tamah etmeden, bu müzakereleri sürdürmede inisiyatif sahibi olanlar, bu görüşmeyi çok rahatlıkla yapabilirler. “İçerden” engelleyici müdahale olmazsa, bundan kime ne, dünyaya ne?
4- GEREKİRSE BM DE ALINMALI: Barışı inşa ederken bir yandan savaş sürdürmek işin karakteristiği ile ters denklem oluşturur. Savaşın, savunma-denge-saldırı dahil tüm stratejileri geri çekilerek, gerekirse gözlemci ülkeler ya da BM’yi de içine alan bir kararlılık ve ciddiyetle, insanlığa giydirilen bu kirli elbisenin artık çıkarılması kararını cesurca vermek gerekiyor. Bunu tüm taraflar için söylüyorum.
5- ÇUVALDIZIN YERİ BELLİ: Katılmak istiyorum. Değerli Kürt Şair Ahmed Arif “...Havva Anam dünkü çocuk sayılır/Anadolu’yum ben...” demiş. Yüzlerce yıldır aynı evi paylaşır gibi yaşamış olan Anadolu halkları, birbirlerine kendi anadillerinde selam vermek istediklerinde, bunu hiçbir akış engelleyemez sandık ama, bazı aktörler kestiler bu selamlaşmanın önünü. Bu ülkede siyaseten kardeş ama gerçekte yok sayılan Kürt halkına onun kendi dilinden “roj baş” demeyi bilen kaç kişi çıkar sizce? Ama, Fransa-İspanya sınırına gittiğinizde, kendi ülkelerinden “Bask ülkesi” diye söz edenlerle, bunu kabul etmeyenlerin birbirlerinin dilini konuştuklarını görürsünüz. Her şeye rağmendir bu! Demek ki çuvaldızın yeri belli..
6- HANGİ HAKLA DEĞİŞTİRİLİYOR: Bir devlet düşünün ki, bir halkı hem kendi halkı saysın ve “T.C Devleti” kimliği verip bunu taşımasını istesin, hem de şarkılarını, edebiyatını, çocuklarının ve köylerinin isimlerini hatta varlığını yok saysın.
O halde soru sorma hakkımı kullanıyorum; Peki hangi hakla? Bunun pazarlığı olur mu? Tanınmış bir hak ya da özgürlük alanı yok ki, genişletilmesinden söz edilebilsin? O halde, önce dünyaya gözümüzü açtığımız andan itibaren hakkımız olan ne varsa bunlar Anayasa’da yer almalı. Toplumsal hayatı kendi diliyle sürdürme hakkından söz ediyorum, ki bunun kapsamı belli zaten.
7- ÖZEL DÜZENLEMELER ZORUNLU: Açıkçası şu anda bir demokratikleşme paketi yok ortada. Dolayısıyla yeterlilikten söz etmek için erken. Elbette, yeni tanklara-toplara değil, üniversitelere, yeni istihdamlara para harcanmasından yanayım. Bölge mutlak surette özel düzenlemeleri zorunlu kılıyor. Halkın incinen adalet duygusunu onarmanın bir parçası da bu olacaktır kuşkusuz.
8- YA YAPICI, YA YIKICI OLACAKLAR: Ortak bir hak dili, vicdan dili, adalet dili kurmak için azami hassasiyet gerekiyor. Meclis’in ve medyanın sorumlu bir dilin önemini mutlaka anlaması gerekiyor. TV ekranları ve gazeteler bu sürecin ya yapıcılarından olacaklar ya da yıkıcılarından.
9- MUTLAK HAK ANLAYIŞI: “Bir halkın diline ve kültürüne onun rızası dışında yön vermeyi (her türlü araçla) kendinde mutlak bir hak olarak gören devlet anlayışını” tarihin çöpüne göndermek. O zaman önümüz açılacaktır.
"BEN BAŞBAKAN OLSAYDIM, HERKESTEN ÖZÜR DİLERDİM"
NUMAN KURTULMUŞ (Saadet Partisi Genel Başkanı):
1- DTP’DEN YARARLANILMALI: Burada devletin tek taraflı olarak belirli kararları alması ve uygulaması gerekmektedir. PKK ile arabulucular aracılığıyla görüşmek yerine, hazır parlamentoda temsil edilen bir parti olarak DTP’den yararlanılmalıdır. PKK koşulsuz olarak silah bıraktığını ilan etmelidir. Bu sürecin başarı ile yürütülmesinin iki koşulu, devletin açık ve şeffaf bir barış sürecini işletmesi ve PKK’nın iyi niyetini açıkça göstermesidir.
2- AF YÖNETİCİ OLMAYANA: Bu süreçte dağdakiler, “planlayanlar” ve “kullanılanlar” olarak ikiye ayırarak ele alınmalıdır. Yönetici kadrosunda olmayan, kullanılan tüm örgüt elemanları af kapsamına alınmalıdır. Af kapsamına alınan örgüt üyeleri belirli bir süre psikolojik rehabilitasyona ve asgari 10 yıllık bir siyasi yasağa tabi tutulmalıdır. Kamuoyu vicdanını rencide edici durumlardan sakınmak gerekir.
3- ÖCALAN’LA GÖRÜŞME OLMAMALI: Öcalan’ın sürece dahli kamuoyunu tahrik edecektir. Öcalan ile görüşme ya da pazarlıktan kaçınılmalıdır. Çünkü bu mesele, milletin, Türk ve Kürtlerin sorunudur, Öcalan’ın veya terör örgütünün değil.
4- OPERASYONLAR DURDURULMALI: Her türlü provokasyonun önüne geçmek için operasyonlar durdurulmalı ve Türkiye Cumhuriyeti inandırıcılığını açıkça ortaya koymalıdır.
5- ÇÖZÜMÜN SORUMLUSU DEVLET: Derin devlet-terör ilişkisinin somut bir şekilde ortaya çıkması; millette bu sorunun çözümüne ilişkin beklentilerin oluşmasına yol açmıştır. Ancak, sorunun çözüm adresi sadece iktidar partisi değildir, bu bir devlet sorunudur ve çözümün muhatabı da sorumlusu da devlettir. Ankara’da iktidar iddiasında bulunan herkes bu süreçte eteğindeki taşları dökmelidir. Kim neyi, niçin ve nasıl yapacaksa açıkça bunu deklare etmelidir. İtirazı olanlar da hiç çekinmeden düşüncelerini kamuoyuna deklare edebilmelidir.
6- ANAYASAYI İDEOLOJİSİNDEN ARINDIRMALI: Yapılması gereken ilk iş, sadece Kürtler, muhafazakârlar, Aleviler veya gayrimüslimler için değil; tüm vatandaşlar için genel kabul görmüş normları içeren bir anayasal sistem oluşturmak ve mevcut aktörlerin tahakkümcü eğilimlerinin önüne geçmektir. Mesele, milletin yaptığı ve onayladığı bir anayasa ile başlayacak hukuki ve siyasi reform sürecini gerçekleştirmektir. Bunun için de öncelikle anayasayı ideolojiden arındırmaktır.
Anayasa, hiçbir ideolojinin taşeronu olmamalıdır. Hazır Kürt sorunu tartışılıyorken demokratik, sivil, katılımcı ve saydam bir devlet inşasını gerektiren bir anayasanın yapılması kaçınılmazdır.
7- DOĞU SÜRGÜN YERİ OLMAMALI: Biz öteden beri şu dört ana başlığı savunuyoruz: 1-Bölgenin olağanüstü yoksulluğunu önleyecek ekonomik politikaların geliştirilmesi. 2-Adil ve merhametli devletin inşası. 3-Terör ve emperyal güçlerin bölgemizde uygulamakta olduğu desentegrasyon politikalarına karşı Türkiye’nin, tüm bölgenin toparlayıcı unsuru olması. Zira, Erbil’in, Şam’ın, Batum’un, Bakü’nün, Erivan’ın kısaca tüm bölge halklarının sorunlarını çözmeye odaklanmayan bir Türkiye, kendi iç sorunlarının çözümünde başarılı olamaz. 4-Kamu görevlilerinin davranışlarının düzeltilmesi ve Doğu’nun bir sürgün yeri olmaktan çıkarılması.
8- MERHAMETLİ DEVLET: Altın formül; ceberut devlet yerine adil ve merhametli devleti kurabilmektir.
9- TEK ADRES TBMM OLMALI: Olmazsa olmaz çizgiler: 1-Sorun dayatmayla değil, Türkiye’nin kendi inisiyatifi ve gönüllü çabasıyla çözülebilir. 2-Türkler ve Kürtlerin asırlardır aynı medeniyetin çocukları olduğu anlayışıyla hareket edilmelidir. 3-İktidar ve muhalefet olaya birbirine çelme takma amacıyla yaklaşmamalıdır. 4-Türk milletinin ma’şeri vicdanıyla Kürtlerin masum talepleri arasında çelişki oluşturulmamalı; makul ekseriyetin kabul edeceği bir yöntem bulunmalıdır. 5-Devlet adına tek adres TBMM olmalı; sivil ve asker bürokrasinin sürece katkısı TBMM üzerinden sağlanmalıdır.
10- KÜRDÜN VE TÜRKÜN RABBİ: Eğer ben başbakan olsaydım şöyle bir takvim izlerdim: 1-Samimi herkesin gönüllü katılımlarını sağlayacak adımları atardım. 2-Meseleye, “Türkün ve Kürdün Rabbi, Doğu’nun ve Batı’nın hâkimi olan yüce Allah’ın kulları” ve “kimsenin diğerine üstün olmadığı eşit yurttaşlar” olduğumuzu anlayarak yaklaştığımı açıkça ortaya koyardım. 3-Her adımı, açık ve şeffaf bir süreç yönetirdim. 4-“Kurucu meclisin” yaptığı ve referandumla onaylanmış yeni bir anayasadan başlayan siyasi ve hukuki reform sürecini başlatırdım.
5- Bakanlar Kurulu ve MGK’yı Diyarbakır’da toplayıp eylem planını açıklardım. 6-Diyarbakır cezaevindeki işkencelerle ilgili idari soruşturma başlatır, faili meçhullerle ilgili TBMM’de bir soruşturma komisyonunun kurulmasını talep ederdim.
7-Türkiye Cumhuriyeti başbakanı olarak devletin-siyasetin çözemediği terör olayları yüzünden evlatlarını kaybeden tüm şehit ailelerimizden, geri bırakılan bölge halkından, derin devletin yaptığı cinayetlerden ve işkencelerden zarar gören tüm vatandaşlarımızdan özür dilerdim.
"AŞAĞILAMAYIN, MATEMLERE SAYGI DUYUN!"
PROF. DR. VAMIK VOLKAN (Politik psikoloji uzmanı)
Ben öncelikle Kürt sorununun çözümü üzerindeki düşüncelerimi dile getirmek isterim, ama elbette ki sorularınıza kendi bilgi dalımla ilgili yanıtlar verebileceğim:
IRKÇILIK POTANSİYELİ VAR: Çatışmanın olmadığı, daha normal zamanlarda herkes etnik kimliğini bilir, ama, devamlı belirtme gereksinimi duymaz. Ancak, tıpkı astım hastası olan birinin nefes alıp verdiğini sürekli fark etmesi gibi, Kürt sorunu da kronikleştikçe Türkiye’de değişik büyük grup kimlikleri daha farkına varılır bir hal aldı. Henüz bu ırkçılığa dönüşmedi, ama, çok büyük bir potansiyel. Bu nedenle çözüm fırsatı olabilecek her hareket hızla değerlendirilmelidir ve ben Sayın Beşir Atalay’ın başlattığı tartışma sürecini değerli buluyorum.
KONFERANS YERİNE DİYALOG ZEMİNİ: Polis Akademisi’nde ve diğer yerlerde yapılan akademik toplantılarda önemli düşünceler ortaya çıkabilir, ama, akademik toplantılar, kendi başlarına bir çözüm süreci değildir. Tek tek konferansların yerine bir diyalog zemini oluşturulmalıdır. Böylelikle her iki tarafın da ne istediği ve neler yapabileceği daha iyi anlaşılır.
PSİKOLOJİYİ BİLEN EKİP: Kürt sorununa ilişkin duygusal yatırımları olan Türk ve Kürt aydınlarının bulunduğu, toplumsal psikolojinin bu konularını bilen ve böyle süreçleri idare edebilecek insanların oluşturduğu bir ekip kurulmalıdır. Bu ekip, hükümetin ve Kürt organizasyonlarının bilgisiyle kurulmalı, ama, ekibin yaptığı çalışma politika dışında tutulmalıdır.
SORUMLULARA REÇETE: Böyle bir ekip etkin biçimde çalışırsa sonuçta “reçeteler” ortaya çıkar. Bu reçeteler sorumlulara sunulur ve ne gibi girişimlerde bulunulabileceği üzerinde çalışmalar yapılabilir.
AĞAÇ MODELİ: Örneğin, Estonya bağımsızlığına kavuştuğunda, bir gün önce Rus kökenliler Estonyayı yönetirken, bir gün sonra Estonya kökenliler yönetime geçmişlerdi. Biz, Estonya’da etnik grupların barış içinde nasıl yaşayabileceklerini sağlayan bir sürece girdik. Bu süreç altı buçuk yıl sürdü ve çok başarılı oldu. Geliştirdiğimiz metoda “Ağaç Modeli” ismini verdik. Bu modelin en önemli noktası “aşağılanma hisleri”nin gelişmesini önlemekti.
Ağaç Modeli şudur: Önce teşhis yapıyoruz, ki bu ağacın kökleri oluyor. Ağacın gövdesi, tarafları bir araya getirip konuşturmaktır, diyelim otuz kişi. Ağacın dalları da bu konuşmalardan ortaya çıkan sonuçları halka anlatmaktır. İşte buna Ağaç Modeli diyoruz.
AŞAĞILANMA HİSSEDİLMEMELİ: Böyle bir sürecin Türk-Kürt ilişkisinde nasıl yapılabileceğine yönelik bir model geliştirilmelidir. Çünkü, mesela uzun tartışmalardan sonra Kürtçe konuşulması kabul edildi, ama, Doğu Anadolu’daki bir düğünde Kürtçe şarkılar söylendiğinde, orayı idare eden yöneticiler kendi kişiliklerine göre müdahalelerde bulunabilir. Böyle bir olay belki azdır, ama, toplum psikolojisi açıdan çok önemlidir. Aşağılanma hissedilmemesini sağlamak şart!
FAZLA OLANIN İSMİ ÜSTE: Finlandiya’da bir köyde veya kasabada, eğer İsveç asıllılar da varsa sokak isimlerini iki dilde yazdılar. İsveçliler fazlaysa üste İsveççe ismi ya da tersiyse Fincesini koydular. Böylelikle, kimse “aşağılanmadı” ve her iki etnik grup da tatmin oldu. Bunlara benzer “küçük,” fakat psikoloji bakımından çok önemli çözümler bulunabilir ama, bu çözümlerin neler olduğuna Türkiye’de ve bilhassa Doğu’da yaşayan ve “Ağaç Modeli” gibi bir sürece katılan Kürtler ve Türkler karar vermelidir.
CİNAYETLER AÇIĞA ÇIKARILMALI: Büyük bir sorun da çok insanın ölmüş olmasıdır. Yaşanan yasın, tutulan matemlerin kolaylaşması ve normale dönmesi için sosyal, kültürel, politik yollar bulunmalıdır. Mesela, faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılması, ailelerin kayıplarını bulabilmesi, taziyeler, değer verilen kişilerin acıyı paylaştıklarını söylemesi bile çok olumlu etkiler.
Şimdi biraz da çatışma üzerinde duracağım:
ÖCALAN DAHİL OLMAMALI: Kesin olarak söyleyebileceğim bir şey var ki, çözüm sürecine Abdullah Öcalan dahil edilmemelidir. Çünkü, Öcalan bir kişi olarak çok ölüm ve terör yaratan bir süreç başlattı. Tüm bunları yalnız yapmasa bile terörün bir simgesi oldu. Bu simgeyi “affetmek” büyük kimlik çatışmalarını alevlendirir. Onun yolu yıkıcı bir yoldu. Bunu alıp yapıcı bir yola dönüştüremezsiniz. Bazı Kürt vatandaşlar Öcalan’ı önemser ve onun dediklerini dinler, bu onların bilebileceği bir şeydir ama, Öcalan’ı çözüm sürecine sokmak her şeyi altüst eder.
AFFA SADECE HÜKÜMET KARAR VERMEMELİ: Kimlerin affedilip affedilmeyeceği de önemlidir. Kandırılanlar affedilebilir ama, teröre çok destek verenlerin durumu başkadır. Affedilirlerse, adalet duygusu yıpranır. Affetme süreci çok önemlidir ve buna sadece Türk hükümetinin karar vermesi tek taraflı olur. Burada da Türk-Kürt birlikteliği olmalıdır ve “Ağaç Modeli” gibi bir sürece katılanların verecekleri önerileri göz önünde tutmak önemlidir.
Vamık Volkan kimdir?
Psikiyatri profesörü olan Vamık Volkan, ABD’deki Virginia Üniversitesi’nden emekli. Halen politik psikoloji alanında dünyanın önde gelen otoritelerinden biri olarak kabul ediliyor. Yaptığı çalışmalarda uluslararası ve toplumsal çatışmaların giderilmesinde psikoloji - psikiyatri disiplinlerinden yararlanıyor. Bu çalışmaları nedeniyle 4 kez Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi.
(Devrim Sevimay/Milliyet)