HOŞGÖRÜ VE BİRLİKTELİĞİN ÜNİTER DEVLETE VE MİLLİYETÇİ GÖRÜŞE KATKISI
5. BÖLÜM
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
(Hoşgörü ve Birlikteliğin Üniter Devlete ve Milliyetçi Görüşe Katkısı)
GİRİŞ: MAKALEDE ELE ALINAN ANA TEMALARIN ÖZETİ
Bu makalede, hoşgörü ve birliktelik kavramlarını siyasal, hukuki, sosyolojik ve pratik boyutlarıyla ele alarak, bunların üniter devlet ve ulus devlet anlayışı ve milliyetçi bakış açısı içindeki yerini analiz etmeye çalıştım. İlk kısımda, temel kavramsal çerçeveyi çizerek hoşgörünün ve birlikteliğin ne anlama geldiğini, üniter devlet ve milliyetçilikle nasıl ilişkilendirilebileceğini inceledim. İkinci kısımda, sosyolojik ve uluslararası örneklerle bu kavramların toplumsal bütünlüğe katkısını ele aldım. Üçüncü kısımda, hoşgörü ve birlikteliği sağlamanın hukuki boyutunu, anayasal düzenlemelerden uluslararası sözleşmelere kadar geniş bir çerçevede tartıştım. Dördüncü kısımda ise somut uygulama ve politika örnekleri üzerinden, bu değerlerin gündelik hayata nasıl yansıyabileceğini gösterdim. Şimdi, hem bu çalışmaların sentezini sunacak hem de geleceğe dönük öneriler geliştireceğim.
5. BÖLÜM / 1. KISIM
HOŞGÖRÜ VE BİRLİKTELİĞİN DEVLET TEORİSİ AÇISINDAN ÖNEMİ
──────────────────────────────────────────────
Hoşgörü ve birliktelik, modern devlet teorisi açısından kritik öneme sahiptir. Devlet, toplumdaki farklılıkları yönetme yetkisini elinde bulundurur ve bu farklılıkların çatışmaya dönüşmemesini sağlamayı hedefler. Üniter devlet ve ulus devlet modeli, çoğu zaman “farklılıkların bastırılması” veya “tek tipleştirilmesi” şeklinde yorumlanabilmektedir. Oysa, üniter devlet ve ulus devletin asıl gayesi, ortak bir anayasal çerçeve içerisinde, ülke bütünlüğü ve ulusal egemenliğe ilişkin temel ilkeleri korumaktır. Bu koruma, farklı kültürlere düşmanca veya dışlayıcı bir yaklaşımı zorunlu kılmaz. Tam tersine, bu farklılıkları anayasal güvenceye alıp yönetebildiği ölçüde, devletin meşruiyeti ve istikrarı artar. Dolayısıyla, hoşgörü ve birliktelik, üniter devlet ve ulus devletin iç işleyişine zarar vermeyip, aksine toplumsal destek zeminini genişletir.
5. BÖLÜM / 2. KISIM
MİLLİYETÇİ GÖRÜŞ VE KAPSAYICI YAKLAŞIM
──────────────────────────────────
Milliyetçi bakış açısı, genellikle “tek bir milleti” esas alır ve millî kimlik temelinde bir toplumsal bütünlük öngörür. Tarihsel olarak dışlayıcı veya baskıcı biçimler almış olsa da çağdaş milliyetçi düşünce daha kapsayıcıdır. Örneğin, “anayasal milliyetçilik” veya “sivil milliyetçilik” yaklaşımları, yurttaşlık idealini merkeze koyarak, kültürel veya dinî kökeni ne olursa olsun herkesin ulusun parçası sayılabileceğini savunur. Böyle bir yaklaşım, kültürel hakların tanınması ya da farklı inanç gruplarının kabulü gibi hoşgörü temelli politikaların, ulus-devleti zayıflatmadığını, bilakis ortak bir aidiyet duygusunu güçlendirdiğini işaret eder. Sonuç olarak, milliyetçilikle hoşgörü birbirinin karşıtı değil; doğru tasarlandığında birbirini tamamlayabilen unsurlardır.
5. BÖLÜM / 3. KISIM
SOSYOLOJİK PERSPEKTİF: BİRLİKTE YAŞAMANIN GÜÇLERİ VE RİSKLERİ
───────────────────────────────────────────────────
Sosyolojik açıdan hoşgörünün olmadığı ortamlarda, toplumsal çatışma, kutuplaşma ve sıcak çatışma riskleri artar. Dinî veya kültürel farklılıklar, dışlayıcı davranışlar karşısında “çatışma kaynağı” olarak görülmeye başlanır. Oysa, birliktelik ve hoşgörü kültürünün yerleşik olduğu toplumlarda, farklı grupların “yarışmacı bir çatışma” yerine “müşterek bir paylaşım” içinde olduğunu görürüz.
Toplumsal güven, diyalog kültürü ve sosyal sermaye yükseldiğinde, bireyler devleti bir “ceza mekanizması” yerine “ortak değer ve koruma alanı” olarak algılar. Bu da millî bütünlüğü güçlendiren bir unsurdur. Farklı kesimler devleti sahiplendikçe, ayrılıkçı ya da yıkıcı eğilimler zayıflar. Dolayısıyla, hoşgörü hem psikolojik hem de sosyolojik düzeyde toplumsal dengeyi besler.
5. BÖLÜM / 4. KISIM
HUKUKÎ MEKANİZMALARIN GÜVENCE ALTINA ALDIĞI BİRLEŞTİRİCİ İKLİM
───────────────────────────────────────────────────
Üçüncü kısımda vurguladığımız gibi, hoşgörü ve birliktelik ancak sağlam hukukî mekanizmalarla korunduğunda kalıcı olabilir. Anayasa, uluslararası sözleşmeler, ayırımcılık ve nefret suçlarına yönelik özel kanunlar, bağımsız yargı organları ve denetim mekanizmaları (ombudsmanlık, insan hakları kurumları vb.) bu koruyucu çerçevenin temel dayanaklarıdır. Yargısal içtihat, anayasal hükümler ve uluslararası insan hakları normları doğrultusunda geliştiğinde, devletin farklı kesimlere karşı eşit mesafede olduğu algısı güçlenir. Yerelde veya merkezdeki idari kararlar, bu hukukî ilkelere ters düştüğünde “keyfi” veya “baskıcı” olarak nitelendirilir ve toplumsal meşruiyeti zedeler. Dolayısıyla, üniter devleti “otoriterlik” ile özdeşleştirmek yerine; hoşgörüye dayalı, kapsayıcı bir anayasal düzenleştirme yapmak, toplumun bütünlüğünü yasal güvenceye de kavuşturur.
5. BÖLÜM / 5. KISIM
UYGULAMA ÖRNEKLERİNDEN ÇIKAN DERSLER: YERELDEN GENEL’E
────────────────────────────────────────────────
Dördüncü kısımda, yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının, eğitim kurumlarının ve medyanın hayata geçirdiği somut pratiklerin, hoşgörü ve birlikteliği nasıl pekiştirebileceğini örnekleriyle gördük. Buradan çıkan temel ders, “farklı kesimler arasında etkileşimin artmasının” ayrışmayı değil, bütünleşmeyi sağladığıdır. Örneğin, kardeş okul projeleri, kültürel festival organizasyonları, kent konseyleri, gençlik kampları veya çok dilli hizmetler, “farklı diller, inançlar ve yaşam tarzlarıyla” günlük yaşamda karşı karşıya gelmeyi olağan hâle getirir.
Bu olağanlaşma süreci, “yabancı” veya “öteki” diye yaftalanacak kesimlere dair korku ve ön yargıyı azaltır. Bu durum, üniter yapıyı değil, tam tersine millî bütünlüğü güçlendirir. Çünkü insanlar, “Biz aslında ortak sorunlarımızı birlikte çözebiliyoruz.” hissine kapıldıkça, devlete ve birbirlerine olan güvenleri artar.
......................................................
GELECEK BÖLÜM:
ELEŞTİRİLER VE ENDİŞELER: “ÜNİTERLİĞE” GERÇEKTEN TEHDİT Mİ?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.