1. YAZARLAR

  2. Baki ŞİMŞEK

  3. ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMELERİ VE ÜLKEMİZİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ
Baki ŞİMŞEK

Baki ŞİMŞEK

ETKİHABER
Yazarın Tüm Yazıları >

ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMELERİ VE ÜLKEMİZİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ

A+A-

3. BÖLÜM / 3. KISIM

ULUSLARARASI İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMELERİ VE ÜLKEMİZİN YÜKÜMLÜLÜKLERİ
───────────────────────────────────────────────────

Hoşgörü ve birliktelik odaklı yaklaşımların hukukî mekanizmalarının bir diğer önemli boyutu, uluslararası insan hakları sözleşmeleridir. Ülkemiz, birçok uluslararası sözleşmenin tarafı olarak, insan hakları, ayrımcılıkla mücadele, kadın ve çocuk hakları, azınlık hakları gibi alanlarda çeşitli taahhütlere sahiptir. Bu yükümlülükler, iç hukuktaki düzenlemelerin, çoğulcu ve hoşgörülü bir toplumsal yapıyı koruması yönünde baskı unsuru oluşturur. Örneğin, ülkemizin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), düşünce, ifade, din ve vicdan özgürlüklerine geniş bir koruma sağlayan bölümler içerir. AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi), bu özgürlüklerin kullanılmasına ilişkin açılan davaları incelerken, sık sık hoşgörü ve çoğulculuğun demokratik toplumun temel unsurları olduğuna vurgu yapar. Bu yaklaşım, ülkemizdeki yargısal ve idari pratikleri, AİHM’in içtihatlarına daha fazla dikkat etmeye zorlar.

Benzer şekilde, Birleşmiş Milletler’in Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi (ICCPR) ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi (ICESCR) çerçevesinde ülkemiz, kültürel toplulukların haklarını koruma, ifade özgürlüğünü güvence altına alma, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimde eşitlik sağlama gibi konularda önemli maddeleri kabul etmiştir. Bu sözleşmelerde hoşgörüye doğrudan atıfta bulunulmasa bile, “ayrımcılık yasağı” ve “farklılıkların korunması” gibi ilkeler, ulusal düzeyde atılacak adımların zeminini oluşturur. Söz konusu sözleşmeler, Anayasamızın 90. maddesi uyarınca, iç hukukun üstünde bir konuma sahip sayılmaktadır. Dolayısıyla mahkemeler, yasa koyucular ve idare, karar ve uygulamalarını bu sözleşmelerin gerekleriyle çelişecek biçimde oluşturamaz.

Bu durum, hoşgörü ve birlikteliği benimseyen politikaların, üniter devlet anlayışını zayıflatmadığı gibi, uluslararası standartlarla uyumu sağlayarak meşruiyeti de artırdığını gösterir.

3. BÖLÜM / 4. KISIM

İÇ HUKUK – ULUSLARARASI HUKUK ETKİLEŞİMİ: UYGULAMA VE UYUŞMAZLIKLAR
───────────────────────────────────────────────────

Uluslararası sözleşmeler, anayasalar ve kanunlar, kâğıt üzerinde birçok güzel ilke ve koruma mekanizması sunsa da uygulamanın başarısı, hayli karmaşık bir sürece bağlıdır. Devletin idari kurumları, yerel yönetimler ve yargı organları arasındaki etkileşim; ulusal mevzuatın uluslararası yükümlülüklerle çelişip çelişmediği; uygulayıcıların (hakimler, savcılar, kolluk kuvvetleri vb.) yaklaşımı gibi faktörler, hoşgörü odaklı politikaların pratiğe nasıl yansıyacağını belirler. İyi kaleme alınmış bir yasanın, kötü uygulama neticesinde aksayan örnekleri az değildir.

Hoşgörü ve birliktelik odaklı düzenlemelerin ülkemiz özelinde hayata geçirilmesi, sık sık “bölücülüğün teşvik edildiği” şeklindeki eleştirilerle karşı karşıya kalabilir. Bu noktada, yasaların gerekçeli bir biçimde yazılmış olması, uygulamada çıkabilecek çelişkileri minimize eder. Kanun gerekçelerinde, “Bu düzenleme, ülkenin üniter yapısını tehdit etmek değil, toplumsal barışı ve bütünlüğü güçlendirmeyi amaçlamaktadır” yönünde net açıklamalar bulunması hem bürokrasinin tutarlılığını artırır hem de yargısal yorumlarda yol gösterici işlev üstlenir. Ayrıca, uluslararası denetim mekanizmaları da bu süreci şekillendirir. Avrupa Konseyi, BM İnsan Hakları Komiteleri, AİHM ve AB Komisyonu gibi oluşumlar, Ülkemizin insan hakları ve azınlık hakları performansını izler ve raporlar yayınlar. Bu raporlarda, hoşgörü ve birlikteliği güçlendirecek kurumsal reformlar önerilebilir veya bazı uygulamalara ilişkin eleştiriler getirilebilir.

Devlet, bu mekanizmalarla düzenli diyalog içerisinde kalarak hem üniter yapıyı gözetecek hem de uluslararası taahhütlerine uyacak bir dengeyi yakalayabilir.

3. BÖLÜM / 5. KISIM

YARGI ORGANLARININ ROLÜ: ANAYASA MAHKEMESİ VE YÜKSEK MAHKEMELER
─────────────────────────────────────────────────────

Hoşgörü ve birliktelik odaklı politikaların hukukî mekanizmalarının belki de en kritik ayağı, yargı denetimidir. Ülkemizde, yargı organlarının özellikle ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü, düşünce özgürlüğü gibi konularda verdiği kararlar, hoşgörü ilkesinin içselleştirilip içselleştirilmediğinin önemli bir göstergesidir. Anayasa Mahkemesi (AYM), bu noktada temel hak ve özgürlüklerin korunması ve sınırlanması konusunda yol gösterici içtihatlar üretebilir. AYM’nin bireysel başvuru mekanizması, son yıllarda ülkemizin hukuk pratiğinde önemli bir işlev görmeye başlamıştır. Vatandaşlar, haklarının ihlal edildiğini düşündüklerinde, AYM’ye giderek bir iç hukuk yolunu tüketebilirler. AYM, bu başvuruları değerlendirirken, anayasadaki temel hak ve hürriyetler ile AİHS gibi uluslararası sözleşmeleri birlikte yorumlar. Bu yorum sürecinde, hoşgörü ve çoğulculuk değerlerinin özüne sadık kararlar alınırsa, yerel mahkemeler ve diğer idari kurumlar da emsal oluşturacak bu kararlara uymak zorunda kalırlar. Böylece, hoşgörü ve birlikteliği teşvik eden yargısal birikim gelişir.

Danıştay, Yargıtay ve ceza mahkemeleri gibi diğer yüksek yargı organları da ayrımcılık suçları, nefret söylemi davaları, ifade hürriyetinin sınırları gibi konularda hoşgörüyü merkeze alan kararlar alabilirler. Ülkemizde zaman zaman, “örgüt propagandası” suçlamasıyla ifade hürriyetinin kısıtlandığı vakalar yaşanmıştır. Bu davalarda “demokratik toplumun gerekleri” ve “hoşgörü” ilkesi dikkatle tartılırsa, şiddeti ya da ayrılıkçılığı savunan ifadeler ile meşru taleplerini dile getiren ifadeler arasındaki fark net şekilde çizilebilir. Böylelikle hem kamu düzeni korunur hem de farklı görüşlerin susturulması önlenmiş olur.

3. BÖLÜM / 6. KISIM

 

KURUMLARIN YAPILANDIRILMASI: OMBUDSMANLIK, EŞİTLİK KURULU VE İNSAN HAKLARI KURULLARI

───────────────────────────────────────────────────Hoşgörü ve birliktelik odaklı bir siyasal düzen, yalnızca anayasada veya mahkeme salonlarında değil, aynı zamanda çeşitli kurumsal yapıların içerisinde de yaşar ve gelişir. Ülkemizde, kamu denetçiliği (ombudsmanlık) kurumu, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu gibi yapılanmalar, bireysel veya toplu hak ihlallerini inceleme, raporlama ve gerektiğinde tavsiyelerde bulunma yetkisine sahiptir. Bu kurumların etkin çalışması, hoşgörüyü zedeleyen ayrımcılık ve nefret söylemi vakalarını açığa çıkarabilir ve çözüme yönlendirebilir. Örneğin, Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK), “ayrımcılıkla mücadele” alanında başvuruları inceleyerek, kamuoyuna raporlar sunabilmektedir. Bu raporlarda yer alan tespit ve öneriler, kamu kurumları ve yasa yapıcılar tarafından dikkate alındığında, toplumsal barışı ve hoşgörüyü arttıracak düzenlemeler yapılması mümkün hale gelir. Diğer yandan, kadın, engelli, göçmen veya farklı din mensuplarının maruz kalabileceği tüm ayrımcılık biçimlerini raporlayan bu kurumlar, toplumdaki hoşgörü eksikliğinin nerelerde yoğunlaştığını saptayarak, hedefe yönelik politikaların geliştirilmesine yardımcı olurlar.

Benzer şekilde, ombudsmanlık kurumu, idare ile birey arasındaki uyuşmazlıklarda, tarafsız bir arabuluculuk ve denetim mekanizması işlevi görür. Bu kurum, vatandaşların farklılıklardan kaynaklanan sorunlarını, hak temelli bakış açısıyla çözmeye çalışır. Böylelikle, bürokratik yapıda yetki aşımı veya kötüye kullanım söz konusu olduğunda, bireyin mağduriyeti hızla tespit edilebilir ve giderilebilir. Tüm bu kurumsal mekanizmaların ortak amacı, hukukun üstünlüğünü tesise ederek, birlikte yaşama kültürünün işlerlik kazanmasına katkı sunmaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.