EĞİTİM VE YAYGINLAŞTIRMA: HUKUKİ FARKINDALIĞIN ARTIRILMASI
3. BÖLÜM / 7. KISIM
EĞİTİM VE YAYGINLAŞTIRMA: HUKUKİ FARKINDALIĞIN ARTIRILMASI
Hoşgörü ve birlikteliğe dayalı politikaların hukukî mekanizmalarını işler kılmak için, yalnızca mevzuat çıkarmak veya kurumlar kurmak yeterli gelmeyebilir. Toplumun bu mekanizmalar hakkındaki farkındalığının artması, hak arama yollarını öğrenmesi ve çeşitli başvuru mekanizmalarına güvenmesi gerekir. Aksi takdirde, hukuki düzenlemeler kâğıt üzerinde kalmaya mahkûm olur. Eğitim kurumlarında, özellikle ortaöğretim ve lise düzeyinde, insan hakları hukukuna, demokrasi kültürüne ve çoğulculuk kavramlarına daha kapsamlı yer verilmesi, genç nesillerin bilinç düzeyini artırabilir. Üniversitelerde ise, hukuk fakülteleri başta olmak üzere, farklı disiplinlerin ders programlarına “ayrımcılıkla mücadele”, “hoşgörü ve farklılıkların yönetimi” gibi konu başlıklarının entegre edilmesi önerilebilir. Böylece geleceğin hâkimleri, savcıları, bürokratları ve siyasetçileri, çok daha erken yaşlarda bu değerlerin önemini kavrayabilir.
Sadece formel eğitimde değil, aynı zamanda medya ve sivil toplum eliyle de yaygın eğitim ve kampanyalar düzenlenerek, “farklılıklara saygı” ve “birlikte yaşama” anlayışı kitlelere benimsetilebilir. Kamu spotları, seminerler, yerel yönetimlerin düzenlediği atölye çalışmaları, sosyal medya kampanyaları, bu konuda etkili araçlar olarak öne çıkar. Hukuki mekanizmaların varlığından haberdar olan ve hak arama sürecinde nereye başvuracağını bilen bir toplum, aynı zamanda üniter devlet anlayışını fiilen destekleyen bir topluma dönüşür. Çünkü haklarına ve özgürlüklerine saygı duyulan bireyler, devlete aidiyet duygusunu daha güçlü hissederler.
3. BÖLÜM / 8. KISIM
DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ: HOŞGÖRÜNÜN HUKUKÎ YÖNÜ
Ülkemiz, tarihten bu yana çeşitli din ve inanç topluluklarının bir arada yaşadığı bir coğrafyadır. Dolayısıyla, din ve vicdan özgürlüğünün hukukî zeminde etkin bir şekilde korunması, hoşgörü ve birliktelik ilkelerinin hayata geçirilmesinde özel bir önem taşır.
Anayasa’nın 24. maddesi, din ve vicdan hürriyetini güvence altına alır. Ancak, bu özgürlüğün sınırları ve pratikteki uygulamaları zaman zaman tartışma konusu olmuştur. Hoşgörü eksenli bir düzen, farklı inanç gruplarının ibadet yerlerini açma, dinî eğitim verme, dinî ritüellerini icra etme ve kendi vakıf veya derneklerini kurma haklarına saygı göstermeyi kapsar. Buna karşın, üniter devlet yapısını koruma ihtiyacı, bazen “devletin laik niteliğinin zayıflayacağı” endişesiyle çelişiyor gibi gösterilebilir. Oysa laiklik, inanç ve vicdan özgürlüğünün teminatlarından biridir ve farklı dinî topluluklara karşı tarafsız bir eşitlik sağlamayı hedefler. Bu hassas denge, hukuken net biçimde tarif edildiğinde, hoşgörüyü zedelemek yerine kuvvetlendiren bir işlev görür. Nitekim, ülkemizde gayrimüslim azınlıkların vakıf mallarının iadesi, dinî ibadet mekânlarının restorasyonu, Alevi toplumunun cemevlerine yönelik düzenlemeler gibi konular, din ve vicdan özgürlüğünün genişletilmesi yönündeki hukukî adımlara örnek olarak verilebilir. Bu düzenlemeler, ülkemizin üniter yapısını parçalamadığı gibi, tam tersine dezavantajlı gruplara devletin de sahip çıktığına dair bir güven duygusu yaratarak bütünleşmeyi teşvik eder.
Dışlayıcı veya baskıcı tutumlar yerine, hoşgörüyü kurumsallaştıran düzenlemeler, üniter devlet zemininde toplumsal barışı pekiştiren araçlara dönüşür.
3. BÖLÜM / 9. KISIM
KÜLTÜREL HAKLARIN TANINMASI: KÜLTÜREL VE DİLSEL ÇEŞİTLİLİK
Din özgürlüğü kadar, kültürel ve dilsel çeşitlilik de Ülkemiz gündeminde yoğun şekilde tartışılan bir alandır. “Kültürel haklar” denildiğinde, genellikle azınlık veya farklı grupların kendi dil ve kültürlerini koruma, eğitimini yapma ve kamusal alanda kullanma talepleri akla gelir. Bu konularda hukuki çerçeve konusunda bir ölçüde mesafe katedilmiş olsa da uygulamada hâlâ eksikler ve çekinceler gözlemlenebilmektedir.
Hoşgörü ve birliktelik temelli bir düzen, bu kültürel hakların tanınmasını ve devletin anayasal-bürokratik mekanizmaları içinde karşılık bulmasını gerektirir. Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dili Türkçe olmakla birlikte, diğer dillerin yaşamasına ve gelişmesine imkân tanımak, vatandaşların devlete daha güçlü bir aidiyet beslemesini sağlayabilir. Zira kültürel baskının, ayrılıkçılık eğilimlerini beslediği yönünde pek çok sosyolojik ve tarihsel bulgu söz konusudur. Bu hakların yasal zemini, Anayasa’nın 42. maddesi (“Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez.”) gibi hükümlerle sınırlı veya kısıtlı görülebilir. “Zorunlu eğitim dili” ile “kültürel haklar çerçevesinde dil eğitimi” arasındaki farkı netleştiren düzenlemeler, üniter devleti zayıflatmadan bir arada yaşamayı kolaylaştıran yasal çerçeveyi güçlendirecektir.
UNESCO’nun 2007 yılında yayınladığı “Tehlike Altındaki Diller Atlası”nda, Türkiye’deki 15 dilin tehlike altında olduğu ve bu dillerden birinin de 5000 yıllık geçmişe sahip olan Süryanice olduğu tespit edilmiştir. Bir dilin kaybolması, kendini o dil ile tanımlayan halkın ölmesi, o dildeki tüm repertuvarın yok olması anlamına gelmektedir. Crystal’ın da ifade etmiş olduğu üzere, insanlığın toplam bilgi birikiminin bir parçası olan diller, aynı zamanda bir tarih ambarıdır. Tarih ambarında yer alan dillerin yok olması, tarih ambarını boşaltır ve buna bağlı olarak insanlığın bilgi birikimi de zayıflar. Bu sebeple dillerin korunması ve geliştirilmeye çalışılması, bir bakıma insanlığın ortak hafızasının ve bunun yarattığı bilgi ve değerlerin korunması anlamına gelmektedir. Bir dil topluluğuna mensup her bir üyenin müşterek katkısıyla oluşturulan ve insanlığın ortak mirasını temsil eden bir dilin ölümü, sadece “son konuşanı öldüğünde” gerçekleşmez, bazen insanlar hayatta kaldıkları halde de diller yok olma ve ölme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Skutnabb-Kangas tarafından “dilsel soykırım” olarak da ifade edilen dil ölümleri, o dil grubuna mensup bireylerin öldürülmesi ya da ölmelerini değil, bireylerin kendi dillerini zamanla terk edip başkaca dil alışkanlıkları kazanmalarını ifade etmektedir. Siyasi güç, sosyal statü ve ayrıcalık sahibi olan hâkim dil, zamanla azınlık dilini marjinalleştirerek o dilin işlevlerinde bir azalmaya yol açmaktadır. Zira,” canlı bir varlık olan dil, kullanıldığı sürece gelişimini sürdürdüğü gibi kullanılmadığı zaman da yok olmaya mahkûmdur”. Bu bağlamda geçmiş deneyimler, dil ölümlerinin ikişekilde gerçekleşebileceğini göstermektedir: Dilin konuşucularının yok olması ve dilin terkedilmesi….
Fazıl Hüsnü ERDEM / Bahar ÖNGÜÇ MAKALE (Araştırma Makalesi) DÜHFD, Cilt: 26, Sayı: 44, Yıl: 2021, s. 3-35
3. BÖLÜM 10. KISIM
YEREL YÖNETİMLER, KATILIM VE DEMOKRASİ
Hoşgörü ve birliktelik odaklı politikalar, “yerinden yönetim” ve “katılımcı demokrasi” ilkelerinin geliştirilmesiyle doğrudan ilişkilidir. Belediyeler, il özel idareleri ve diğer yerel yönetim birimleri, vatandaşların gündelik yaşamlarında en hızlı ve en somut temas kurdukları kurumlardır. Yerel yönetimlerin yetkileri genişledikçe, bölgesel sorunlara yerinden çözümler üretmek kolaylaşır. Bu çözümler, aynı zamanda farklı kimlik gruplarının yönetime katılmasını sağlayarak, toplumsal barışı da güçlendirir. Ancak yerel yönetimlerin özerkliği, kimi zaman “üniterliği zayıflatmak” söylemiyle eleştirilebilir. Bu eleştiriyi aşmanın yolu, yerel yönetimlerin anayasal ve yasal çerçevede, açıkça tanımlanmış sınırlar içinde yetkilendirilmesidir. Sivilleşme ve demokratikleşme süreçleri, yerel yönetimleri halkın taleplerinin doğrudan iletilebildiği platformlara dönüştürür. Bu platformlarda farklı kültürel topluluklar, ortak karar mekanizmalarında yer aldıklarında, “öteki” veya “ayrı” kategorilere hapsolmak yerine, “biz” duygusuna katılım sağlarlar.
Burada önemli olan, yerel yönetimlerin ayrılıkçı veya bölücü taleplerin odağı haline gelmesini engelleyecek güçlü bir denetim sisteminin varlığıdır. Merkezi idare, üniter devletin bütünlüğünü koruyacak mekanizmaları elinde tutarken; yerel yönetimlerin inisiyatif alanını ise tanımlı ve meşru bir çerçevede genişletebilir. Herhangi bir bölgeye özgü kültürel projeler, yerel dillerde sosyal faaliyetler, festival ve etkinlikler düzenlemek; halkın gözünde “birlikte yaşama” fikrini zenginleştiren unsurlardır. Bu tür uygulamalar, millî kimliği tehdit etmez; aksine ülkemizin çok katmanlı kültürel yapısını destekleyen yeni bir millî beraberlik tanımına katkı sunar.
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.