28 Aralık 2025
Altın 6251.616
BIST 11294.37
Dolar 42.8797
Euro 50.4894
Sterlin 57.8663
Ankara -1°C
Baki ŞİMŞEK

Baki ŞİMŞEK

Diğer Yazılar

'IRKÇILIK, MİLLİYETÇİLİK VE İSLAM İNANCI' 2

2. KISIM

Peygamber Efendimiz'in Mekke'ye olan sevgisi ve özlemi ile Sayın Cumhurbaşkanı’nın Türk Milliyetçiliği hakkındaki söylemi.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın "Her türlü milliyetçiliği, ayaklarımın altına alıyorum" ve bu bağlamda kullandığı "Türk milliyetçiliği ayağımın altındadır" şeklindeki ifadeleri, söylendiği dönemde büyük tartışmalara yol açmıştı. Bu sözü anlamak için, önceki sohbetimizde konuştuğumuz milliyetçilik türleri arasındaki farkı hatırlamamız çok önemlidir.

Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu sözle kastettiği "milliyetçilik", genellikle şu anlama gelir:

Etnik Milliyetçilik (Irkçılık/Asabiyet): Bir ırkın veya kavmin diğerlerinden biyolojik veya kültürel olarak üstün olduğunu savunan, diğer etnik grupları dışlayan, ötekileştiren ve çatışmayı körükleyen ideoloji. Bu, İslam'ın kesin bir dille yasakladığı "asabiyet" kavramının tam karşılığıdır.

Bu sözle kastedilmeyen "milliyetçilik" ise şudur:

Vatanseverlik / Kültürel Milliyetçilik: Bir insanın kendi vatanını, milletini, dilini, kültürünü sevmesi, onunla gurur duyması ve onun gelişmesi için çalışmasıdır. Bu, İslam'a göre meşru ve hatta teşvik edilen bir duygudur. Peygamber Efendimiz'in Mekke'ye olan sevgisi ve özlemi buna en güzel örnektir.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın Gagavuz’daki Söylemi: 18.Ekim.2018 tarihinde "…Sizlere Türkiye'deki 81 milyon akrabanızın selamlarını getiriyorum ve Türk milleti adına bugün buradayım… çocuklarınıza Gökoğuz Türkçesi’ni öğretmenizi, bu sayede ortak Türk tarihimizi, kültürümüzü ve benliğimizi canlı tutmanızı bekliyoruz. Gökoğuz Türkçesi’ni unutmayın, unutturmayın. Diğer Türk topluluklarıyla akrabalarınız olsun. Türk Cumhuriyetleri’yle bağlarınızı muhakkak geliştirin. Unutmayın, biz Adriyatik’ten Çin Seddi’ne uzanan 300 milyonluk büyük bir aileyiz” dedi. Sayın Cumhurbaşkanın bu söylemi, vatanseverlik ve kültürel milliyetçiliğe güzel bir örnektir.

Şimdi bu ayrım üzerinden konuyu fazla detaya girmeden açıklayayım.

1. Sayın Cumhurbaşkanı’nın milliyetçilik konusundaki açıklamasının anlamı:

Bu ifadenin doğrudan "Türklüğe hakaret" amacı taşıdığını söylemek, bağlamı göz ardı etmek olur. Sayın Cumhurbaşkanı ve siyasi hareketi, bu söylemi genellikle Türkiye'deki farklı etnik kökenlerden (Kürt, Arap, Laz, Çerkes, Boşnak vb.) gelen insanları "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı" ve "İslam kardeşliği (ümmet)" gibi daha kapsayıcı kimlikler altında birleştirmek için kullanmıştır. Bu perspektiften bakıldığında, "ayaklar altına alınan" şey Türklük kimliği değil, Türklüğü diğer kimliklerden üstün gören, dışlayıcı ve ırkçı bir ideolojidir. Yani, vatanseverlik değil, ırkçılık reddedilmiştir.

2. Kendi ırkını öne çıkarıp asabiyette mi bulundu?

Bu söylem, tam tersine belirli bir ırkı öne çıkarmak yerine, tüm ırkları eşit gören bir "ümmet" veya "millet" (siyasi anlamda) anlayışını vurgulamayı amaçlar. Sayın Cumhurbaşkanı'nın bu sözü söylerken kendi etnik kökenini yücelten bir ifadesi olmamıştır. Dolayısıyla bu sözün kendisi, bir asabiyet göstergesi olmaktan çok, asabiyete karşı bir duruş olarak okunması gerekir.

3. Etnik ve ırkçı milliyetçiliği İslamla bağdaştırmaya çalışmak:

Bu İslami açıdan tehlikeli bir açılımdır. Önceki sohbetlerimizde belirttiğim gibi, İslam'ın reddettiği şey asabiyet, yani ırkçılıktır.

İslami Perspektif bir kişinin, "Ben ırkçılığı reddediyorum, hiçbir kavmin diğerinden üstün olduğuna inanmıyorum" demesi, İslami öğretilerle çelişmek bir yana, tam tersine İslam'ın ruhuna uygun bir tavırdır. Veda Hutbesi'ndeki "Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Araba üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir" ilkesi tam olarak bunu ifade eder.

Dolayısıyla, ırkçılığa dayalı bir milliyetçiliği reddetmek, bir kişiyi İslam dairesinin dışına çıkarmaz; aksine, bu tavır İslami bir ilkeyi savunmak olarak yorumlanır. Bir insanın inancını ve niyetini sorgulamak ise kimsenin yetkisinde değildir.

"Etnik Milliyetçilik" (İdeoloji) ≠ "Vatan Sevgisi" (Duygu)

Bir siyasetçi veya bir birey, ırkçılığı ve etnik üstünlük fikrini temel alan bir ideolojiyi reddederken, aynı zamanda içinde yaşadığı vatana, mensubu olduğu millete ve paylaştığı kültüre derin bir sevgi duyabilir. Biri diğerini dışlamaz.

Sayın Cumhurbaşkanı, bu sözüyle ırkçı ideolojiyi reddederken, aynı zamanda siyasi hayatı boyunca sürekli olarak "tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek devlet" vurgusu yaparak vatan ve devlet bağlılığını ön plana çıkarmıştır. Dolayısıyla, onun "milliyetçilik" eleştirisini İslam'ın reddettiği asabiyet ve ırkçılık olarak anlamak gerekir.

"Türk milliyetçiliği ayağımın altındadır" sözü, Türklük kimliğine veya Türk vatanına bir hakaret olarak değil, milliyetçiliğin ırkçı ve dışlayıcı bir ideoloji olarak yorumlanmasına karşı bir duruş olarak anlaşılmalıdır. Bu duruş, İslam'ın ırkçılığı (asabiyet) reddeden temel ilkeleriyle uyumludur. Bir ideolojiyi reddetmek, o ideolojinin adını taşıdığı milleti veya vatanı sevmemek anlamına gelmez.


3. KISIM

İNGİLİZLERLE BİRLEŞİP, ARAZİLERİNİ İSRAİLLİLERE SATAN, EN AZ 15 BİN DİN KARDEŞİ OSMANLI ASKERİNİ ÖLDÜREN VE ŞİMDİ İSRAİLLİLER TARAFINDAN TOPRAKLARINDAN SÜRÜLEN FİLİSTİNLİLERE ÜMMET KAVRAMI İÇİNDE NASIL YARDIM EDİLİR VEYA ONLARA SAHİP ÇIKILIR.

İslam'daki "ümmet" kavramını ve "din kardeşliği"ni açık, adil ve İslam öğretilerine dayalı tutarak açıklayacağım.

ÜMMET VE DİN KARDEŞLİĞİ

1.

Ümmet ve Din Kardeşliği Nedir?

Ümmet, İslam'da inanç birliği temelli bir topluluğu ifade eder. Kur'an-ı Kerim'de (örneğin, Bakara Suresi 143. ayet) müminlerin tek bir ümmet olduğu vurgulanır; bu, tüm Müslümanların Allah'a ve Peygamber'e olan bağlılıkları nedeniyle kardeş sayıldığı anlamına gelir. Ancak bu kardeşlik, koşulsuz ve her koşulda otomatik bir destek anlamına gelmez. İslam, kardeşliği şu ilkelerle çerçevelemektedir:

Adalet ve Merhamet: Kardeşlik, sadece duygusal bir bağ değildir; adalet, iyilik ve zulmü önleme üzerine kuruludur. Örneğin, Hucurat Suresi 10. ayette "Müminler ancak kardeştir" denir, ama bu, bir Müslümanın yanlışlarını görmezden gelmeyi değil, onları düzeltmeye çalışmayı gerektirir.

Sınırlar ve Hesap Verebilirlik: Eğer bir Müslüman veya bir grup, başka Müslümanlara zulmederse, bu davranış İslam'ın emirlerine aykırıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), "Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kişidir" buyurmuştur (Buhari). Dolayısıyla, zulüm veya haksızlık yapan bir grubu "kardeş" olarak kabul etmek, onları eleştirmekten ve yanlışlarını düzeltmekten bizi alıkoymaz.

Eğer bir topluluk, kendi çıkarları için başka Müslümanlara zulmeder veya gayrimüslimlerle işbirliği yaparak onlara zarar verirse, bu eylem İslam'ın ruhuna aykırıdır. Buna "din kardeşliği" denemez; bu, yalnızca bir ideali bozan bir istisnadır. İslam, insanları eylemlerine göre yargılar: "Kim bir iyilik yaparsa kendi lehine, kim bir kötülük yaparsa kendi aleyhinedir" (Casiye Suresi 15).

2.

Zulüm ve İşbirliği Durumlarında Ne Yapılmalı?

Bir topluluğun gayrimüslimlerle birleşip Müslüman kardeşlerine zarar vermesi durumunda, bu durum ümmet idealine ciddi bir ihanet olur. İslam, öğretisi şu şekildedir:

Zulme Karşı Duruş: Zulüm gören bir Müslüman'a yardım etmek farzdır, ancak bu yardım, adalet ilkesiyle yapılmalıdır. Mesela, Maide Suresi 8. ayette "Adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik edin" denir. Yani, yardım ederken, zulüm yapan tarafın hatalarını da göz ardı etmemeliyiz.

Uluslararası Arena ve Çıkarlar: Bir ülkenin kendi menfaati için başka Müslüman ülkelerin aleyhine çalışması, etik ve dini bir sorun yaratır. İslam, ulusal çıkarları reddetmez (devletlerin hakları vardır), ama bu çıkarlar ümmetin genel iyiliğini zedelememelidir. Eğer bir işbirliği zulme yol açıyorsa, bu İslam'ın "zararı önleme" ilkesiyle çelişir (örneğin, hadislerde "Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur" denir).

Böyle durumlarda, "din kardeşi" diye yardım etmek için şu mantığı izlemeliyiz:

İnsani ve Dini Sorumluluk: Zulüm görenlere yardım, İslam'ın temel emirlerindendir (örneğin, savaş ve felaketlerde yardım etmek). Ancak, bu yardım, geçmiş hataları affetmek anlamına gelmez; aksine, adaleti sağlamak için bir fırsattır.

Reform ve Düzeltme: Yardımı verirken, o topluluğun yanlışlarını eleştirmek ve ümmet ruhuna dönmelerini teşvik etmek gerekir. Bu, bir nevi "kardeşçe nasihat" olarak görülebilir.

3.

Filistin ve Türkiye Örneği Üzerine Düşünceler

Filistin meselesi, İslam dünyasında derin yaralar bırakmış bir konudur. Tarihsel bağlamda, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde yaşanan olaylar örneğin, I. Dünya Savaşı sırasında Arap kabilelerinin İngilizlerle işbirliği yapması ve Osmanlı askerlerine karşı savaşması, en az 15 bin Osmanlı askerini öldürmesi gibi durumlar, ümmet kavramını elbette sorgulatır. Bu olaylar, şu şekilde yorumlanabilir.

Geçmiş Hatalar: Eğer bir topluluk (örneğin, bazı Filistinli grupların veya Osmanlı'ya karşı savaşanların) kendi çıkarları için başka Müslümanlara zarar vermişse, bu İslam'ın kardeşlik ruhuna aykırıdır. Ancak, İslam, insanları geçmiş hatalarıyla değil, mevcut durumlarıyla değerlendirmeyi teşvik eder. Mesela, Filistinlilerin bugün İsrail işgali altında zulüm görmesi, ümmetin yardım etme sorumluluğunu doğurur, çünkü Kur'an "Zayıf ve mazlum olanları savunun" der (Nisa Suresi 75).

Türkiye ve Filistin İlişkisi: Türkiye'nin Filistin'e yönelik politikaları (örneğin, diplomatik destek veya insani yardımlar), ümmet kavramı çerçevesinde görülebilir. Eğer Türkiye, kendi çıkarları için Filistin'in aleyhine hareket etmişse, bu eleştirilebilir; ama genel olarak, birçok Müslüman ülke gibi Türkiye de Filistin'e destek vermeye çalışmıştır. Ümmet içinde yardım etmek, bu tarihi karmaşıklıkları çözmek için bir fırsat olabilir, ancak bu, geçmiş suçları görmezden gelmek değil, adaleti sağlamak anlamına gelir. Ümmet kavramı ideal bir birlikteliktir, ama gerçek hayatta ihlal edilebilir. Bir topluluğun zulüm yapması, o topluluğu otomatik olarak ümmetin dışında bırakır, ancak zulüm görenlere yardım etmek yine de İslami bir görevdir. Bu yardımı yaparken, mantığımız "adalet ve merhamet" olmalı; yani, geçmiş hataları hatırlayarak ama geleceği iyileştirmeye odaklanarak.

Geçmişi unutarak mazlum olan Filistin’i savunalım derken, daha birkaç yıl önce mavi Vatan hamlemize Güney Kıbrıs ve Yunanistan’la birlik olup karşı çıktı. Akdeniz’deki enerji koridoru hamlemize karşılık Rumlarla ve Yunanlılarla birleşti. Karabağ savaşında Ermenistan’ı destekledi. Filistin bugün ABD ve İsrail tarafından zulüm görüyor. Her fırsatta Türkiye’ye el kaldıran Filistinlilere islam ümmetindedir diye nasıl yardım edeceğiz? Dün düşmanla birleşip bizi katletti, bugün de Türkiye düşmanlarıyla birleşik hareket ediyor. Geçmişte yaşanan ihanetler ve güncel çatışmalar, kardeşlik ve ümmetlik idealini zorlaştırıyor. Bütün bu zorluklara rağmen iyi niyetle ve İslam öğretilerine dayanarak, Filistinlilerin Türk Milletine yaptıkları nankörlükleri ve kötülükleri de dikkate alarak kısa bir analiz yapalım.


4. KISIM

1.

İslam'da Yardım ve Adalet İlkesi

İslam, ümmeti (Müslüman topluluğunu) bir kardeşlik bağı olarak tanımlar, ancak bu bağ, koşulsuz ve her koşulda destek anlamına gelmez. Kur'an-ı Kerim, Nisa Suresi 75. ayette "Zayıf ve mazlum olanları savunun" derken, yardımın temelini adalet ve merhamete dayandırır. Yani, bir gruba yardım ederken, Geçmiş Hatalar Göz Ardı Edilmez. Eğer bir topluluk, geçmişte diğer Müslümanlara zarar vermişse (örneğin, Osmanlı'ya karşı savaşan gruplar veya güncel ittifaklar), bu eylemler İslam'ın kardeşlik ruhuna aykırıdır ve eleştirilmelidir. Ancak İslam, insanları "mevcut durumlarıyla" değerlendirmeyi teşvik eder. Yani, geçmiş hatalar hatırlanır, ama bugünkü zulme karşı yardım, insani ve dini bir görev olarak devam eder. Böyle bir durumda Adalet Önceliği ön plana çıkar. Yardım, duygusal bir tepki değil, ahlaki bir sorumluluktur. Eğer bir grup bugün zulüm görüyorsa (örneğin, işgal altında yaşarken), onlara yardım etmek, Allah'ın emrine uymak anlamına gelir. Ancak bu, o grubun geçmişteki ve bugünkü yanlışlarını onaylamak demek değildir. Aksine, yardım ederken adaleti sağlamak ve onları bu hatalardan uzaklaştırmak için gereği de yapılmalıdır.

2.

Filistin’in Nankörlükleri Üzerine Düşünceler

Sözünü ettiğimiz örnekler (örneğin, Mavi Vatan hamlesine karşı Güney Kıbrıs ve Yunanistan'la birlik olmak, Akdeniz enerji koridoruna muhalefet, Karabağ savaşında Ermenistan'ı desteklemek ve genel olarak ABD/İsrail ile ilişkiler), gerçekten ümmet birliğini zedeleyen ve kafa karışıklığına yol açan durumlardır. Bunları şu şekilde ele alabiliriz:

Tarihsel ve Güncel Çatışmalar: Bu tür ittifaklar, bir grubun kendi çıkarlarını diğer Müslümanların zararına kullanması anlamına gelir ve İslam'da "zarar verme" ilkesiyle çelişir. Örneğin, Karabağ’da Ermenistan'ı desteklemek gibi eylemler, Azerbaycanlı Müslüman kardeşlerimize karşı bir tavır olarak görülebilir. Benzer şekilde, Mavi Vatan veya enerji hamlelerine karşı oluşan ittifaklar, Türkiye'nin çıkarlarını tehdit ediyorsa, bu durum ümmetin içindeki bölünmüşlüğü yansıtır. Buna rağmen, eğer bu gruplar (örneğin, Filistinliler) bugün İsrail'in işgali altında zulme uğruyorsa, İslam'ın emri gereği onlara yardım etmek farzdır. Bu, "dün düşmanla birleştiler diye bugün zulmü hak ederler" mantığıyla çelişir. Çünkü İslam, mazlumun kimliğini değil, zulmü önceler. Mesela, Nisa Suresi 75'te geçen "Allah yolunda hicret edenleri ve yurtlarından çıkarılanları savunun" ifadesi, genel bir ilkedir ve bugünkü koşullara uyarlanır. Yardımı "merhametsizlik" olarak görmektense, bunu bir fırsat olarak değerlendirebiliriz. Zulüm altındakilere yardım ederken, geçmiş hatalarını hatırlatmak ve ümmet ruhuna dönmelerini teşvik etmek.

3.

Nasıl Yardım Edilir? Bu Merhamet midir?

Evet, bu yaklaşım merhamettir, ama adaletli bir merhamet. Şöyle düşünelim:

İslam, bir kişinin veya grubun geçmiş hatalarını affetmeyi emretmez, ama intikam almayı da yasaklar. Yardım etmek, "onlar dün bize zarar verdi, bugün de zarar versin" demek değil; "zulmü durdurmak ve adaleti sağlamak" anlamına gelir. Eğer dün düşmanla birleştiler diye onlara sırt çevirirsek, bu İslam'ın "iyiliği emretme ve kötülüğü engelleme" (emr bi'l-maruf ve nahi ani'l-munkar) ilkesine aykırı olur.

Yardımı ederken, koşullar koyabiliriz. Örneğin, diplomatik destek veya insani yardım, o grubun ümmet ilkelerine uymasını teşvik etmek için kullanılabilir. Bu, Türkiye gibi ülkelerin Filistin'e yardım ederken aynı zamanda kendi çıkarlarını korumasını sağlar. Sonuçta, ümmet kavramı ideale yönelik olsa da gerçek hayatta herkes hatasız değildir; önemli olan, zulmü sona erdirmek için adım atmaktır.

4.

Ümmet Kavramını Yeniden Değerlendirmek: Ümmet, İslam'da inanç birliği üzerine kurulu bir topluluğu temsil eder; Kur'an-ı Kerim'de (örneğin, Bakara Suresi 143) müminlerin tek bir ümmet olduğu vurgulanır. Ancak bu, mükemmel bir birlik anlamına gelmez; aksine, ümmet, adalet, merhamet ve karşılıklı sorumluluk üzerine inşa edilir. Günümüzde, ırkçılık, milliyetçilik gibi faktörlerin etkisiyle ümmet kavramının zorlandığını görüyoruz. Örneğin, etnik milliyetçilik gibi ideolojiler, İslam'ın evrensel birliğini gölgeleyebiliyor – bir liderin milliyet vurgusu yapması, ümmet ruhuna aykırı görülebilir ve bu, topluluk içinde tartışmalara yol açabilir.

Yeniden değerlendirme için şu adımlar atılabilir:

Ümmet, sadece duygusal bir bağ değil, adalet ve ahlaki sorumluluk üzerine kuruludur. Eğer ümmet içindeki bir grup, kendi çıkarları için diğer Müslümanlara zarar veriyorsa (tarihsel veya güncel örneklerde olduğu gibi), bu idealin ihlali demektir. Dolayısıyla, ümmeti yeniden değerlendirmek, bu tür sapmaları ele alarak, birlikteliği güçlendirmeye odaklanmak anlamına gelir.

Etnik Milliyetçilik gibi unsurlar, ümmeti zayıflatabilir. Örneğin, bir ülkeyi veya grubu öncelikli tutmak (ırkçılık yapmak), İslam'ın eşitlikçi ruhuna uymaz. Bu nedenle, ümmeti, koşulsuz bir aidiyet değil, adalet temelli bir topluluk olarak görmeliyiz.

5.

Herkese Koşulsuz Yardım Etmek Zorunlu mu?

Hayır, İslam öğretileri koşulsuz yardımı emretmez; aksine, yardımı belirli kriterlere bağlar. Bu, Kur'an'daki adalet vurgularına (örneğin, Nahl Suresi 90'da "Adaleti ve iyiliği emredin" denmesi) dayanır. Eğer yardım koşulsuz olsaydı, bu zulme veya haksızlığa dolaylı destek anlamına gelebilirdi. İşte bazı kriterler:

Adalet ve Hesap Verebilirlik: Yardım, sadece mazlumun durumuna göre değil, o grubun eylemlerine göre değerlendirilmelidir. Örneğin, bir topluluğun geçmişte diğer Müslümanlara karşı haksız ittifaklar yapması (gibi tarihsel örnekler), yardımı etkileyebilir. Yardımı verirken, adalet ilkesi ön planda olmalı: Zulüm görenlere yardım etmek farzdır, ama bu, o grubun yanlışlarını görmezden gelmek anlamına gelmez.

İyilik ve Kötülüğü Ayırt Etme: Kur'an, "İyiliği emredin ve kötülükten sakındırın" (Al-i İmran Suresi 104) der. Bu yüzden, yardım, o grubun ümmet ilkelerine uymasını teşvik etmeli. Örneğin, Filistin gibi bir durumda, zulme uğrayanlara yardım etmek bir görev olsa da bu yardım, o grubun geçmiş hatalarını eleştirmek ve reformu desteklemek için kullanılabilir.

    • Zulüm gören bir gruba yardım, acil insani ihtiyaçlara (gıda, barınma gibi) odaklanmalı, ama grup kendi çıkarları için başkalarına zarar veriyorsa, destek koşullu olmalı.
    • Yardım, o grubun adaleti sağlamaya yönelik adımlar atmasını gerektirebilir. Örneğin, etnik milliyetçilik veya dış ittifaklar yoluyla ümmete zarar veren davranışlar, yardımı geciktirebilir veya şekillendirebilir.
    • Bireysel olarak, yardım etmeden önce niyetimizi sorgulamalıyız. Eğer yardım, ümmetin genel iyiliğini sağlıyorsa evet; ama eğer körü körüne bir sadakati teşvik ediyorsa, hayır.

Ümmet kavramını yeniden değerlendirirken, dengeyi korumak önemli. Etnik Milliyetçilik gibi etkenler, ümmeti parçalayabilir, bu yüzden odak, İslam'ın evrensel değerlerine (merhamet, adalet) dönmek olmalı. Örneğin, bir liderin etnik milliyet vurgusu, ümmet birliğini sorgulatabilir, ama bu, bizi genel sorumluluktan alıkoymamalı. Sonuçta, yardım etmek bir ibadet olsa da bu adalet çerçevesinde yapılmalı – koşulsuz değil, kriterli.

SÜRECEK

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.